Ah nasıl da böbürlenerek yürüyoruz yeryüzünde nasıl! Nasıl da
eminiz her birimiz yanlışlarımızdan! Ve kibrimiz, laneti gibi
şeytanın boynumuzda. Sürüklemekte bizi tutup en hassas yerimizden.
Uyan! Uyan ey kendi düşünün esiri olan, ezilmektesin. Ezilmektesin,
düşlerinde taşıyıp durduklarının ağırlığından.
Burası dünya, düş yeri değil! Düş yeri değil avuçlarımızdan
kayıp gitmekte olan. Kapıların önünde uzanıp durmakta olan güllere
inanma. İnanma bir çiğdem ferahlığıyla yüzünü okşayıp duran
yağmura. Sağlı sollu akıp giden nehirler senin değil. Senin
değil tatlı bir fısıltı gibi esip durmakta olan.
Kaldır perdeleri! Aynalara bak! Sil, parlat ve dön bir daha bak.
Dinle! Dinle, sana dair söylediklerini. Eksileni tutamazsın diyecek
belki de! Eksilmektesin. Göreceksin gözlerin gizleyemediklerini.
Sen de değiştin. Değişeceksin. Ve değiştireceksin gün gelecek sen
de devrini. Ayna, zamandır. Küçümseme oğul! Küçümseme zamanın
bilgeliğini!
Ah nasıl da böbürlenerek yürüyoruz yeryüzünde nasıl! Nasıl da
eminiz her birimiz doğrularımızdan!
Dünün doğrusu, bugünün yanlışı olabilir oysa! “Dün dünle beraber
gitti cancağızım / Şimdi yeni şeyler söylemek lazım” derdi
yaşasaydı eğer o büyük bilge. Kalk, aynalarını değiştir ve parlat
sen de! Üşenme! Erteleme! Vazgeçme!