Yaşamak, en büyük sürprizdi bize! Ve öylesine büyüktü ki
şaşkınlığımız. Kelime kelime kalbimizi açtık birbirimize.
Paylaşırsak anlarız sandık. Anlaşırız ve bir anlam biçeriz, bize
bir kimlik gibi giydirilen yüzümüze!
Durmaksızın icat ettiğimiz silahlar ve soyduğumuz yüzümüzü
yüzünüzde; bizi bir güvercin gibi sıkıştıran kalplerimiz, varlıkla
yokluk arasında.
Ve şiddet, büyüttüğümüz bir duvar gibi dilimizde ve dinimizde an
be an. Korkularımızın gizli sığınağı. Gururumuzu ve yenikliğimizi
çürüttüğümüz mahzenlerimiz. Ve kalınlaştırdığımız korkunun ve
kokunun şiddeti ölçüsünde.
Gördüğünüz, gösterdiğimiz yalnız tebessümümüz; her sabah gün
doğarken canımızı kanırta kanırta ruhumuza dar gelen bir beden gibi
giyindiğimiz.
Eksiltmedi yenikliğimizi, eksiltmez şaşkın kum taneleri gibi arz
üzerinde yuvarlanan gözleriniz. Acılarınız, büyüyen bir gece gibi
kaybolmuş ruhlarımız üzerinde; çoğaltır üşümüşlüğümüzü, bütün
işaretlerin silindiği bu bahçede.
Ah Eden! Kimliğimizin ve kimsesizliğimizin şirin bahçesi.
Görünsen bir kez daha bütün gerçekliğinle! Ve emzirsen bütün
korkularımızı, ölümsüzlüğün sütüyle. Dinse sızılarımız.
Çığlıklarımız sussa. Ve çeksek, bizi birbirimizden eksilten
tırnaklarımızı sonsuzluğun o iyileştirici sevgisiyle.
Ey mavi gökyüzü! Ey bütün yoklukların ve yoksullukların
genişleyen çatısı. Gözyaşlarımızla yazdığımız bu kitaplar sana.
Oku! Oku ve anla bizi, Yusuf’unu yitirmiş Yakup’un hasretiyle.