Açık tabut töreni

Kemal Göz gozkemal@yandex.ru

Bismillahirrahmanirrahim

Beni en son bıraktığınızda tiyatro festivallerinde oyun izliyor kırmızı halılarda arz-ı endam ediyordum.

Taşkent’te kaybettiğim aşkımı araya araya nihayet Aktau’ya gelmiş hatta bulmaya da çok yaklaşmıştım.

Ama çare yok.

Dünyanın incisi, toplu taşıması ile metrosuyla, gezilecek mesire yerleri devasa parkları, her köşe başındaki sürprizleri ile ünlü, bin yıllık devlet aklımızın ikametgahı, tertemiz havasıyla müstesna başkentimiz Ankara’ya -havaalanına metro ile ulaşılamayan nadir başkentlerden olması hasebiyle- aman göz değmesin maksadında “MaşaAllah MaşaAllah” diyerek gürültülü bir giriş yaptım.

Ankara’nın kasvetli havası beni yine eskilere götürdü.

Yıllar yıllar önce Bişkek’teyim!

Bir yere yetişmeye çalışıyorum.

Aceleyle merdivenlerden indim, binanın cümle kapısını biraz beceriksizce açtım. Dışarı adım atmamla ilginç bir nümayişle karşılaşmam bir oldu.

İhtiyarlardan oluşan bir bando. Hepsi altmış yetmiş yaşlarında dört kişi.

Ceviz ağacından yapılma bir tabut…

İçinde yaşlı bir amca takım elbise kravat yatıyor.

Tabutun başında bandodan hariç beş tane de yaşlı kadın en güzel elbiselerini giyinmiş küme olmuş bekleşiyorlar.

“Sakin bir günümüz geçmeyecek mi arkadaş bu da neyin nesi?” diye kendi kendime söylenerek ilginç toplantıyı izlemek için ben de o tarafa doğru seğirttim.

Açık tabut töreni

Açık tabut töreni hemen oturduğum evin karşısındaki ağaçlık alanda yapılıyordu. Anlaşılan yeni başlamışlardı.

Tabutta yatan mevtayı takım elbise kravat giydirmişler, iskarpinlerini parlatmışlar, uzun boylu bir Rus insanı, göğsünde madalyaları ifadesiz bembeyaz bir yüzle yatıyor.

O sırada bando hüzünlü bir marşa başladı.

Yaşlı kadınlar kendi aralarında dedikodu yapıyorlar.

Küçük törenimizdeki en üzgün yüz bana ait.

Ölüm ve müzik bir araya gelince o kadar etkili oldu ki kendi derdimi unuttum neredeyse ağlayacağım.

Müziğin en güzel yerinde kadınlardan birisi birden tabuta doğru hamle yaptı. “Sergey! Ah Sergeycik! Hep böyle üstün başın kirli olurdu zaten.” diye adamın gömlek yakasına iyice yaklaşıp bir şey incelemeye başladı. Rahmetli artık sağken hardallı bir şey mi yemiş, ketçap mı dökmüş ne ettiyse yakasındaki leke yaşlı kadının eliyle uğraşarak çıkaracağı gibi değildi.

Teyze önce eliyle iyice ovaladı! Sonuç kötüydü. Diğer kadınlar da tabutun başına toplandı, sırayla yakayı ve lekeyi inceledi. Bando çalmayı bıraktı. Adamlar da ne olup bittiğini görmek için tabutun başına yaklaştı.

Durur muyum? Ben de tabuta yaklaştım. Yakadaki lekeyi görmeye çalışıyorum.

Ancak tüylerimi diken diken eden bir şey fark ettim.

Az evvel ifadesiz bir yüzle yatan mevta sanki suratını asmış gibi duruyordu. “Lan aman Allah aşkına canlı mı yoksa bu!” diyorum ama yüzü bembeyaz.

Bandodaki adamlardan birisi kadınlara “Rahat bırakın adamı, lekeli olsun ne olacak sanki!” diye kızacak gibi oldu. Adamı kimse iplemedi, duymadılar bile.

Yaşlı teyzeler kendi aralarında lekeyi tartıştılar. Sonra birisi yuvarlanır gibi hızlı adımlarla evine gitti. Belli ki yakayı silmek için bir şey getirecek.

Diğerleri gidenin arkasından biraz baktı. Sonra iyice birbirlerine yaklaşıp fısıldaşmaya başladılar. Sohbetlerinin duyulup duyulmadığından emin olmak için arada bandoculara bakıyorlar.

Ben kimsenin umurunda değilim.

Sonra fısıldaşma öyle yoğunlaştı ki aralarından birisinin yaptığı -bel altı şakası olduğuna emin olduğum- bir yorumdan sonra kadınlar istemsizce gürültülü bir şekilde güldü. Elleri ile ağızlarını kapatıyorlar. Birisi dayanamayıp şakayı yapanı cimcikledi.

Bunlar olurken bando takımı kayıtsız bir ifadeyle kadınlara bakıyor.

Neyse! Giden kadın, elinde sarı mutfak bezi ile geri döndü. Kalabalık ölünün başına yeniden toplandı. Lekeli yaka silindi. “Eh artık olduğu kadar.” dendi.

Kadınlardan birisi “Ah Sergey! Ah Sergeycik, sosisi çok severdi.’’ diye ünledi.

Üstünde beyaz papatyalar olan sarı elbise giymiş diğer kadın sertçe sosisçiye bakıp “Sergey makarnayı çok severdi.” diye lafa girdi.

İçimden “O…o” dediğim sırada bando takımındaki ifadesiz yüzlerin pür dikkat olay mahalline baktığını gördüm.

Sosisçi ve makarnacı düelloya girecek gibi birbirlerine sert sert bakarken gözüm cenazeye takıldı.

Tövbe estağfurullaaaah, teneke peyniri gibi bembeyaz yatan mevta tebessüm ediyor!

Yaklaşıp yakından bakacağım korkuyorum.

Bando tekrardan çalmaya başladı.

Yerimi değiştiriyorum, güneşi arkama alıyorum, yine bakıyorum.

Adam bildiğin tebessüm ediyor! Etrafıma bakınıyorum. Benden başka bu işe takılan yok. Biraz sakinleşiyorum. Bakıyorum. Yok! Adam tebessüm ediyor. Biraz daha uğraşsak sırıtacak!

Bu sırada kafamda deli düşünceler. "Buna bir Fatiha okusak olur mu?"  diyorum kendi kendime.

Neden sonra bir kuş uçup geldi bizim Sergey’in omzuna kondu. Ötüyor da ötüyor. Kimse kuşu kovmadı.

Ortalık biraz durulur gibi oldu. Ölümün sessizliği her tarafı sardı. Ben de küçük cenaze alayımıza kabul edilmiştim. Yüzüm nasıl görünüyordu bilmiyorum ama tabutta yatanı tanıdığımı düşünmüş olmalılar. Vedalaşma vakti gelmişti. Arkası uzun siyah bir Volga, cenaze alayına doğru yaklaştı.

Bando takımından birisi acıklı bir konuşma yaptı. Cenazenin savaşta ne kahramanlıklar gösterdiğini anlattı. Kadınlar bir şeyler mırıldandılar. Ama onların savaş filan umurlarında değildi. Anlaşılan Sergey sabah kahvaltıları ve akşam yemeklerini büyük bir ustalıkla bedavaya getirmişti.

Ben de bir şeyler yapmak istedim.

Bando takımının başındaki akordiyon çalan adama yaklaşıp kulağına “İstek parça söyleyebilir miyim?” diye sordum.

-Düğün mü bu? der gibi yüzüme hayretle baktı. Kimse görmeden aceleyle cebine bizim parayla yirmi lira sıkıştırdım.

Bana yaklaşıp “Hangi şarkıyı istiyorsun?” diye sordu.

-Baba 1 filmi vardı ya onun müziği, dedim!

Adam diğerlerine ne çalacaklarını söyledi. Kısa bir şaşkınlıktan sonra büyük bir ustalıkla bando istek parçamı çalmaya başladı.

Kuş sustu. İlginçtir kadınlar da sustu. Hepsi önlerine bakıp düşüncelere daldı.

Cenazeye baktım. Huzurlu bir yatışı vardı.

***

Bu anımı yakın zamanda çekilmesini umut ettiğim Kırgızistan’da geçen bir filmin senaryosuna da aldık.

Soru şu:

Tek başına yaşayan bir erkek neden ihtiyacından fazlasını üretip ekonomiye katma ihtiyacını duysun!

Etrafımdaki erkeklere soruyorum.

Anladığım kadarıyla bir yönüyle sivrilip dikkat çekemeyen “erkek ahalisinin” yüzde doksanının üretime gönüllü katılması için en büyük motivasyon aile, çocuklar ve karısı!

Aile yılı diyorduk ya, birisi erkeklere sorabilir mi acaba önce evlenmekten vazgeçtiler. Üretimden ne zaman vazgeçecekler?

Asıl Son Söz: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun. " Tevbe Suresi: 119