Öncelikle, Abdullah Gül’e ABD’de bir Türk vatandaşının soru
sorarken yönelttiği ağır ithamla alakalı bir çift sözüm var.
Geçtiğimiz günlerde ABD’de bir Türk vatandaşı Cumhurbaşkanı
Gül’e “Siz böyle bir devletin başında olmaktan utanmıyor
musunuz? Ellerinizden kan akıyor, görmüyor musunuz?”
dedi.
Cumhurbaşkanı Gül’e “Sorumluluklarını hakkiyle yerine
getirmedin” diyebiliriz. “Daha cesur olabilirdin
ama olmadın” diyebiliriz. “Kararlarında farklı
davranabilirdin” diyebiliriz.”
"Cumhurbaşkanlığı makamında yanlış siyaset
uyguladın" diye de eleştirebiliriz.
Fakat “Eli kanlı” demek; ağır ve haksız bir
suçlamadır.
Muhafazakar siyasetçiler arasında toplumun bütünüyle diyalog
kurmak için en çok çabalayan birine böyle bir ithamda bulunmak
insafsızca.
Bu konuya “Soruyu soranın kişisel öfkesidir”
deyip meseleyi görmezden gelebilirdim.
Çünkü hepimiz zaman zaman öfkeye yenik düşüyoruz.
Fakat bu ağır itham ve dengesiz suçlamaya sosyal medyada tutulan
alkışı görünce çok şaşırdım.
Tayyip Erdoğan’ın çatışmacı, kavgacı, öfkeli, dışlayıcı
üslubundan ve politik tarzından şikayet edenlerin ekseriyeti,
Abdullah Gül’e “Elin kanlı” denilmesinden büyük
haz duydu.
Siyasi tercihlerini, icraatlarını, kararlarını beğenmediğimiz
birine “Katil” muamelesi çekmek, her şeyden önce
vicdan ve adalet sorunudur.
Bu üslupla bir yere varabilir miyiz?
Herkes birbirini “Katil”, “Vatan
haini”, “Dış güçlerin piyonu” gibi ipe
sapa gelmez kelimelerle niteleyecekse nasıl anlaşacağız?
Sorunlarımızı nasıl konuşacağız?
Bu dille, bu mantıkla, bu yaklaşımla ülkede ortak bir dili nasıl
oluşturacağız?
ABD’deki vatandaşın Gül’e yönelttiği hakaret içeren, öfke dolu o
ağır ithamından keyif alacaksanız Tayyip Erdoğan’ın ve
Erdoğanistlerin öfkeli üslubundan şikâyet etmeye hakkınız kalır
mı?
Kabalık, hakaret, dengesiz, çatışmacı ve itham edici dil bize
yöneldiği zaman değil, her ortamda kime yöneltilirse yöneltilsin
karşı durulması gereken bir problemdir.
Gül’e yöneltilen bu ağır ve insafsız suçlamadan mutlu olanların
meseleye bir de buradan bakmalarını öneririm.
***
Şimdi geleyim asıl konuya.
Abdullah Gül’ün “Bu şartlarda siyasete devam etmeyi
düşünmüyorum” açıklaması AK Parti’de birçok kişiyi ters
köşeye yatırdı.
Gül’ün, Parti’deki etkinliğinin tümüyle azalmasını isteyenler
bile bu tavır karşısında bocalamaya başladılar.
Gül’e “Sen artık yoksun” işareti gönderenler, o
açıklamadan sonra Gül’den tuhaf taleplerde bulunuyorlar.
Benim öğrendiğime göre Abdullah Gül’e giden teklif şöyle:
“Bu şekilde bırakıp gidersen Başbakan Erdoğan’ı
kurtların önüne atmış olursun. Lütfen onu yalnız bırakıp
gitme.”
“Peki ne yapayım?” diye sorduğunda şöyle
diyorlar:
“Başbakan Erdoğan cumhurbaşkanlığında devlet başkanı gibi
hareket etmek istiyor.
Zayıf bir başbakanla bu model denenecek.
Bu nedenle siz Parti’yle bağınızı koparmadan bir tarafta
bekleyin. Bu model işlerse zaten sorun yok, o zaman bütünüyle
köşenize çekilebilirsiniz.
Ama olur da bu plan işlemezse size yeniden ihtiyaç olabilir.
Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkıp her şeyi istediği gibi dizayn etme
sürecinde sizin psikolojik desteğiniz önemli. Lütfen bunu
esirgemeyin.”
Tam olarak önerilen bu.
Sadece Başbakan Erdoğan değil, Erdoğan’ın çevresinden de birçok
kişi benzer mesajla Gül’ün kapısını aşındırıyor.
Ne kadar ilginç bir istek değil mi?
“Gideyim” dediğinde “Yok böyle gidersen
bizi kurtların önüne atmış olursun” diyorlar.
“Peki o zaman kalayım” dediğin de “Ama
bizim kafamızda başka plan var bu planda sana yer yok”
diyorlar.
Peki Abdullah Gül ne yapmayı düşünüyor?
Benim gözlemlediğim kadarıyla Gül, tüm bu tuhaf, saygıdan uzak
hareketler arasından sesiz sedasız sıyrılıp köşesine çekilmeyi
planlıyor.
Asıl sorunun benimsenen siyaset dilinde, tercih edilen
kadrolarda ve tasavvur edilen Türkiye fotoğrafında olduğunun
farkında.
AK Parti’nin yeni politik arenasında Gül’e yer olmadığını herkes
gibi Abdullah Gül de biliyor.
Tarz, üslup, politika, öncelikler o kadar değişti ki Gül bile
kurucusu olduğu partiye yabancılaştı.
Erdoğan ve çevresi de bunu görüyor.
Tek istedikleri amaçlarına varmak için Gül’ü köprü olarak
kullanmak. twitter.com/acikcenk