BIST 10.083
DOLAR 32,44
EURO 34,80
ALTIN 2.437,39
HABER /  GÜNCEL

Ahmet Altan Zaman yazarını büyüledi

Taraf Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan'ın iki yaşlı Nurcuyla yaptığı sohbetin yankısı sürüyor.

Abone ol

Ahmet Altan, pazar günü kaleme aldığı "odundan meyve" başlıklı yazısında nur cemaatine övgüler yağdırması Zaman yazarı Ahmed Şahin'i mest etti. 

İnançsız olduğunu her fırsatta dile getirse de, Altan'ın dindarlara bakışı çok farklı. Özellikle de son dönemde müthiş olumlu yazılar birbiri ardına çıkıyor. İşte hafta sonu kaleme alınan yazı yazar Şahin'i adeta büyülemiş durumda.

Zaman'ın abone desteği mi?

Peki Ahmet Altan Nurcuları neden övdü? sitesi yazarı Cenk Açık'a göre bu övgünün altında Zaman'ın Taraf’ın abone dağıtım işini üstlenmesi yatıyor. Açık bugünkü yazısında şu soruları soruyor:

Şimdi Zaman Taraf’a verdiği ‘desteğin’ benzerini Sabah’a veyahut Star’a da verir mi? Hatta Zaman bütün muhafazakar gazetelerin içinde olacağı ortak bir abone şirketine yanaşır mı? Bu soruma cevabı, bana olmasa bile bu iki gazetenin yöneticilerine verirler mi? Bu sorularımla işaret etmeye çalıştığım ikili tutum beni rahatsız ediyor.

"Önce Fırıncı Abi geldi, sonra Çantacı Abi." diyor Ahmet Altan. Belli ki gelenler samimiyet ve ihlaslarıyla derinden etkilemişler Altan'ı... En iyisi ben araya girmeyeyim, Altan'ın kendisi anlatsın iki nurcu Abi ile neleri nasıl konuştuklarını?" diye başlayan yazar, ardından hayran kaldığı o yazıya noktasına virgülüne dokunmadan yer verdi.

DÜRÜSTLÜK, CESARET, HOŞGÖRÜ VE TEVAZUU

Peki Altan o yazıda Nurcular için neler demişti? Altan o yazıda dindarların özelliklerini kendine has bir dille müthiş övgü yağmuru altında sıralıyor.

(...)İyi dindarları seviyorum, onlarla konuşmayı seviyorum. İyi bir dindar, dürüst ve güvenilir bir insan demek benim için. Allah'ın cezalandırmasından değil, Allah'ı gocundurmaktan, kendilerini "yaratanı" yaptıklarıyla üzmekten korkuyorlar. İbadetlerini" yerine getiriyorlar elbet ama asıl ibadetin hayatın her ânını, kulun her "amelini" kapsadığını, her sözün, her davranışın, her ilişkinin ibadetin bir parçası olduğunu biliyorlar. Dürüstlüğün, cesaretin, hoşgörünün, tevazuun, hakperestliğin dindarın vazgeçilmez özellikleri olduğunun farkındalar. Allah'ı ve dini anlatışlarında bir neşe ve sevinç var. Çantacı Abi diyor ki: "Allah odunla besliyor bizi." Yüzüne anlamadan şöyle bir bakıyorum."

TANRI ARAMAMIZI İSTİYOR

Altan ardından odundan elmaların nasıl çıktığını anlatan yaşlı Nurcunun anlattıklarına yer veriyor. Çantacı abinin sözlerinden sonra mucizenin nasıl gözünde şekillendiğini yazıyor.

(...)Çantacı Abi diyor ki: "Allah odunla besliyor bizi." Yüzüne anlamadan şöyle bir bakıyorum. Şaşıracağımı, anlamayacağımı bildiği için benim tepkimi muzip bir gülücükle karşılıyor. "Allah" diyor, "odundan elma yapıyor, odundan üzüm yapıyor, odundan meyve yapıyor, bakıyorsun dallı budaklı bir odun duruyor toprağın üstünde, bir bakıyorsun o odunun ucunda kırmızı elmalar var." Ben her meyvenin bir mucize olduğunu biliyorum ama bunu "odundan meyve" diye tarif edince mucize gözümde daha iyi canlanıyor. Allah'ın yarattığı her derdin "devasını" tabiatın bir köşesine sakladığından, kullarının bunu bulmasını beklediğinden konuşuyoruz. Yaşamak, bulmak demek. İnsanoğlu ağır ağır buluyor. Hazır verilmiyor hiçbir şey. Bunun bir amacı, bir nedeni var elbet. Bir "dert" veriliyor, bir "derman" bulunması isteniyor. Bilmiyorum ama sanırım Tanrı'nın en büyük emri tek kelime: "Ara!" Aramamızı, bulmamızı istiyor. Çünkü "tekâmül" etmek, gelişmek, olgunlaşmak, ilerlemek ancak aramakla mümkün, aradıkça yürüyoruz. Bütün hayvanları mükemmel yaratan Allah, bir tek insanı bu mükemmellikten uzak tutuyor. Verebileceklerinin hepsini vermiyor. Onun yerine, insanın "arayabileceği" geniş bir arazi bağışlıyor ona, istiyor ki bu arazide tek başına yürüsün, arasın, bulsun, ilerlesin ve "yaratıcısını" bu ilerleme yeteneğiyle sevindirsin."

ONLARA GÜVENİYORUM

Tanrıyı büyük bir sanatçı olarak gören Altan'ın şaşırtan cümleleri bununla sınırlı değil. "Yarattığının bu mükemmelliği bulabilecek yeteneğinde billurlaşmasını arzulayan bir sanatçı" dedikten sonra dindarları neden sevdiğini anlatarak yazısını tamamlıyor.

(...)Körü körüne bir inancın, sığ bir cehennem korkusunun, bencil bir cennet talebinin, şekilci bir ibadetin onun gibi eşsiz bir yaratıcıya yetmeyeceğine, her büyük sanatçı gibi sadece kendisine değil, "yarattığına" da saygı ve hayranlık beklediğini düşünüyorum. Bu saygıyı gösterenler, kendilerini sadece bir "kul" olarak değil aynı zamanda bir "eser" olarak da görüp, bu eseri hayatlarının her ânında mükemmelleştirmeye çalışanlar benim için iyi dindarlar. Onun için seviyorum onları. Onun için onlara güveniyorum. Eksik olduğumu biliyorum, bu eksikliği tamamlamaya gücümün yetmeyeceğini de... Ama iyi dindarlarla konuştuğumda, onlar, "mükemmele" yürüyen bir bütünün parçası olduğumu bana hatırlatan armağanlar oluyorlar."