BIST 9.916
DOLAR 32,44
EURO 34,74
ALTIN 2.438,67

Vardiya usulü demokratlık

“Türkiye nasıl bir ülke?” diye soran olsa, şöyle cevap verirdim: “Muhalifken demokrat, iktidardayken faşistleşenlerin ülkesi.”

En baştan söyleyeyim: Cemaate operasyon adı altında medyaya ve gazetecilere yapılan baskıyı, gözaltına almaları geçmişte kınadığım gibi yine kınıyorum.

Medya susturulursa hiç birimiz nefes alamayız.

Şimdi geleyim asıl konuya.

Kemalistler iktidardayken Türkiye’nin demokrasisi ne haldeydi hatırlıyorsunuz.

Yasaklar, engellemeler, kısıtlamalar, baskılar, olağanüstü haller, faili meçhuller, işkenceler, baskınlarla dolu bir dönemdi.

O dönemin mazlumları, mağdurları sürekli “demokrasi” talep ediyordu.

Demokrasi, İslamcıların üzerinde tartıştığı, fakat bir yandan da faydalandığı bir imkandı.

***

Sonra AK Parti iktidara geldi. Ergenekon ve Balyoz süreçleri başladı.

Ve bu davaların sanıklarından, mahkeme salonlarında, “herkes için demokrasi” çağrıları duymaya başladık.

Bunlara destek veren medya da, geçmişteki tarafgir tavrını unutup demokrasiyi herkes için istemeye başladı.

Bir anda Türkiye’nin en demokrat insanları Ergenekon ve Balyoz davalarında yargılananlar ve onları savunanlar olmuştu.

***

Kemalistler iktidardayken Türkiye’nin en demokrat insanları kendilerini dindar olarak tanımlayan kesimlerin arasından çıkıyordu.

“Herkes için demokrasi” vurgusu yapıyorlardı.

Bütün sözlerinde “daha fazla demokrasi” çağrısı vardı. Başkasının hakkına saygı vardı. Ötekileştirmenin yanlış olduğunu ilan ediliyorlardı. Herkesin düşüncesini özgürce açıklayabileceği bir ortamın olmasını istiyorlardı…

Kendisine siyaset yasağı koyanlara, Erdoğan, demokrasi dersi veriyordu.

“Özgürlükçü” olacaktı. “Başkasının hakkına” saygı gösterecekti. “Tüm inanç ve görüşlere eşit mesafede” duracaktı. Böyle söz vermişti.

Toplumun dikkatini de bu sözlerce çekmişti.

Ve iktidara geldi.

Başı dertteyken benimsediği demokrat çizgi her geçen gün biraz daha baskıcı ve tahammülsüz bir niteliğe büründü.

Geldiğimiz noktada demokrasinin durumu ortada.

***

28 Şubat döneminde baskı gören Gülen Cemaati herkese hoşgörü mesajları veriyordu.

Her inanç grubuyla diyalog onlar için vazgeçilmezdi.

Farklı kesimlerden insanlara iftar davetleri verdiler. Ülke meselelerinin tartışıldığı konferanslar, çalıştaylar düzenlediler.

Ne kadar demokrat, özgürlükçü ve hoşgörülü olduklarını gösterme çabasındaydılar.

Sonra AK Parti ile beraber devlette güç sahibi oldular.

Gazetecilerin tutuklanması, medyaya baskı ve tehdit, yazdığı kitaplardan dolayı tutuklanan yazarlar, yayınevlerine ve gazetelere baskın… Bütün bunlar olurken Cemaat medyasının yaptığı akıl almaz yayınları hepimiz hatırlıyoruz.

“28 Şubat’ın medya ayağına operasyon yapılmadan bu süreçle hesaplaşma oldu diyemeyiz” dediler.

Bunun için her gün köşelerden gazetecilere “Tutuklanma sırası sana geldi” diye korku pompaladılar.

Yani gücü ele geçirdiklerinde, barış, diyalog ve hoşgörü mesajları bütünüyle kayboldu.

Yerini baskıcı, çatışmacı ve intikamcı bir tutum aldı.

Yargının elindeki davalarla ilgili aldıkları can sıkıcı tavırları biliyorsunuz.

***

Burada bir hususa dikkatinizi çekmek istiyorum:

Dönemsel demokrasi, kendine demokratlık, ikiyüzlülerin yolu olmuştur. Cehaletin, riyanın, bencilliğin yolu olmuştur. Demokratlığı kendi içinde olgunlaştıramamış insanlara dikkat edin. Aslında kendileri olgunlaşmamıştır.

Gene de “dava” derler, “biz” derler, sürekli hava atarlar.

***

Ekrem Dumanlı gözaltına alınırken şöyle bir cümle etti: “Allah’tan başka kimseden korkmuyoruz. Demokrasiye olan inancımız tamdır.”

Bu cümleyi duyunca içimden şöyle dedim: İşler sarpa sarmadan, bu çizgiyi korusaydı daha iyi olmaz mıydı?

Neydi o çizgi?

İnancımızı ve ideolojimizi barışçı ve özgürlükçü bir çizgide sürdürmek. 

Demokrasiyi her zaman, her yerde, herkes için istemek.

Bunu yapmak çok mu zor?

Demokrasiyi ille de kelepçelenince mi hatırlar insan?

Çocuklar gibi, sobaya elini değince demokratlaşıyoruz!

Demokrasiyi hepimiz ancak kendimiz için istiyoruz. Bundan ne zaman vazgeçeceğiz?

Başımıza bir bela gelene kadar, demokrasinin herkes için olduğunu fark edemiyoruz.

Demokratlığın temel niteliği, başkasının hakkına ve hukukuna saygı göstermektir.

Biz ise başımız sıkıştığında demokratlaşıp, biraz rahatladığımızda faşizan ve baskıcı bir kişiliğe dönüşüyoruz.

Vardiya usulü bir demokrasi anlayışımız var.

“Türkiye nasıl bir ülke?” diye soran olsa, şöyle cevap verirdim: “Muhalifken demokrat, iktidardayken faşistleşen insanların ülkesi.”

Çünkü demokrasi, bizim elimizde bir intikam planının parçasına dönüştü.

***

Asıl sorun’un Tayyip Erdoğan olduğunu sananlar bana göre büyük bir yanılgı içindeler.

Sorun içimizde. Demokrasi anlayışımızda. İntikamcılığımızda. 

Ötekine saygı duymayan, yaşam alanı açmayan, inanç ve ideolojik mensubiyetlerimizde.

Hepimiz Erdoğan’ınkine benzer bir ruh taşıyoruz. Biraz koyu, biraz açık.

Bu nedenle içinde sürüklendiğimiz girdaptan bir türlü kurtulamıyoruz.

İnancımızı ve ideolojimizi bir tahakküm aracına dönüştürmekten vazgeçmemiz gerekiyor.

Bu ülkede herkesin en az bizim kadar söz söyleme hakkı olduğunu gönülden kabul etmemiz gerekiyor.

Tek doğrunun, tek haklının kendimiz olduğu inancından vazgeçmemiz ve bu ülkeyi herkesin de bizim kadar sevdiğini düşünmemiz gerekiyor.

İdeolojik farklılıkları hayat memat meselesi yapmaktan vaz geçmemiz gerekiyor.

Ancak böyle çıkabiliriz bu karanlıktan.

Vardiya usulü demokrasi anlayışıyla bir yere varamayız.

Günümüz dünyasında önümüzde iki yol var: Ya gerçek demokrasi ya da çatışma ve felaket.

***

Bir küçük itiraz

Gazeteci Ahmet Şık sosyal medyada Cemaat medyasına yapılan operasyonu kınayıcı bir mesaj yayınladı.

Bunun üzerine Zaman gazetesi çalışanlarında biri Ahmet Şık’a bu tavrından dolayı teşekkür etti.

Bu tatlı diyalog bir hayli dikkat çekti.

Ahmet Şık’ın mesajını Erkem Dumanlı’ya sordular.

Dumanlı da Ahmet Şık’a bir teşekkür gönderdi.

Bunu görünce çok şaşırdım.

Ekrem Dumanlı’ya düşen Ahmet Şık’a teşekkür etmek değil, ondan bütün içtenliğiyle özür dilemekti.

Zaman gazetesi çalışanın yaptığına benzer bir özür, esasında Dumanlı’nın payıydı.

Çünkü bugün ona yapılanın bir benzerini, Cemaat medyası, Dumanlı yönetiminde Ahmet Şık’a yapmıştı.

Dumanlı, yargının işlediği hukuki cinayetlerin en büyük destekçisi olmuştu.

Şimdi aynı bela kendi başına geliyor.

Bundan dolayı, yaptığının ne kadar vahim olduğunu anlamış olması gerekiyordu.

Anlamışsa bunu hepimize göstermesi gerekiyordu

Ama hayır, öyle bir belirti yok ortada.

O da demokratik nezaketi karşı taraftan bekliyor.

Belki de asıl sorunumuz  bu. Twitter.com/acikcenk