BIST 10.277
DOLAR 32,19
EURO 34,76
ALTIN 2.388,57

Tanksız topsuz demokrasi

Telefondaki general, Bülent Ecevit'i tehdit ediyordu... Sizi gözaltına ben alacağım. Meclis kuşatıldı bilginiz olsun!

Hafta başından beri Türkiye’nin yakın tarihine ilişkin iki belgeselin çekimleri için konularla ilgili değerli şahsiyetlerle röportajlar yapıyoruz.

Ağırlıklı olarak 1970 ve 1980’lerin ilk yarılarını irdeleyen Yakın Tarih çalışmamız kapsamında görüştüğümüz politikacılar, siyasi parti yöneticileri, araştırmacılar, tarihçiler ve gazeteciler sorduğumuz ilk sorular karşısında “bunu iyi anlatabilmek için” dedikten sonra belli başlı tarihler veriyorlar. Kimi “27 Mayıs ihtilali” diyor. Kimi “12 Mart Muhtırası”nı ölçü alarak konuşmasına başlıyor. Konuklarımızın tümü ise üzerinde önemle durmaları gereken tarihi şöyle vurguluyorlar:

-12 Eylül 1980 Askeri Darbesi…

Birkaç günlük yoğun çalışmaya geniş açıyla bakınca çok net olarak şu görülebiliyor:

-Bu ülkede yakın tarihin her köşesinde askerler var!

Askeri darbelere gönderme yapmadan hiçbir dönem açıklanamıyor.

Tuhaf değil mi?

Demokrasi insan olup dile gelse şöyle diyebilir:

-Bırak da bir nefes alayım!

Ama yok, bırakmıyorlar. Demokrasi karşıtı bütün “yaramazlıkları” da büyük bir gösterişle takdim ediyorlar:

-İşimiz gücümüz bu vatanı kurtarmaktır!

Yapılanlara bakınca buna inanmak için ileri derecede “saf” olmak gerekiyor.

CHP’nin ağır topu değerli gazeteci Orhan Birgit, 12 Mart’tan çıkış anını anlattı, önceki gün arkadaşım Ethem Tosun’un kamerasına…

Yıl 1972… Bülent Ecevit, İsmet Paşa’yı kurultayda yenip CHP’nin Genel Başkanı olmuştur. TBMM’nin önünde zorlu bir sınav vardır: Cumhurbaşkanı seçimi…

Ordu,  Genelkurmay Başkanı Faruk Gürler’in sadece bir günde yıldızlarından arındırıp senatör olarak Meclis çatısı altına yerleştirmiştir. Sırada onun Çankaya’ya çıkması gibi minik(!) bir ayrıntı kalmıştır. Meclis’te bir oylama yapılacak ve operasyon tamamlanacaktır.

Bu kadar basit…

İşte bu günlerden birinde CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit’in makam odasındaki telefon çalar. Ahizeyi CHP Yönetim Kurulu Üyesi Orhan Birgit kaldırır. Bir general, Ecevit ile görüşmek istediğini söyler. Birgit de ahizeyi Genel Başkanına uzatır.

Bülent Bey’in yüzü kararır, gerginleşir, sol gözündeki tik atak yapar. Generalin konuşması bitince Ecevit şöyle yanıtlar:

-Siz bana iki yol öneriyorsunuz, ikisi de ölüm! Ben onurlu olanı seçeceğim!

Küt, telefonu kapatır.

Telefondaki general bir zırhlı birliğin komutanıdır. Ecevit’ten Gürler’in cumhurbaşkanı seçmelerini ister. Eğer bu yapılmazsa, CHP Başkanı’nı etkisiz hale getirmekten kendisinin sorumlu olduğunu ve Meclis’in kuşattıklarını da sözlerine ekler.

Bu türden “temaslar” Türkiye’nin yakın tarihinde nedense hep “normal” olarak karşılandı!!!

Eğer Bülent Ecevit’in o sırada sergilediği “dik duruş” sonraki yıllarda da tekrarlanabilseydi, Türkiye yıllarını heba etmeyecekti.

Çünkü bu konuşmanın ardından Genelkurmay’a davet edilen CHP Başkanı’nı generaller güler yüzle karşılayıp “tamam artık” diyorlar:

-Biz hatamızı anladık, siz (siviller) kimi istiyorsanız onu seçin!

Ama yine de bir ekleme yapmayı ihmal etmiyorlar:

-Bize ters gelmeyen biri olmasına dikkat ederseniz seviniriz!

Bu tavır 2007 yılında da değişmediği için 27 Nisan e-muhtırası, erken genel seçimler ve gecikmeli Cumhurbaşkanlığı seçimlerini yaşadı Türkiye… Hepsi zaman kaybettirdi ülkeye…

Orduya “ters gelen” bir cumhurbaşkanı seçilirse ne olur ki?

İşte Abdullah Gül deneyi ortada Çankaya’da duruyor.

2007 ilkbaharında o çileler niye çektirildi?

Açıklanabilir mi?

Türkiye’nin çağdaş bir ülke haline gelebilmesinin tek yolu vardı, ama bir türlü yapılamıyordu:

-Generallerden arınmış, tanksız topsuz bir demokrasi!