BIST 9.916
DOLAR 32,47
EURO 34,79
ALTIN 2.441,04

Pınar Selek'i Anlamak

Sosyolog Pınar Selek, “Mısır çarşısındaki patlamaya” ilişkin davada daha önce üç kez beraat etmesine rağmen, mahkemenin  “beraat kararında direnmekten vazgeçmesi” üzerine “müebbet hapisle” yeniden yargılanacak.

Mahkemenin direnme kararından vazgeçip Yargıtay’ın kararına uymak istemesi ise hukuken yepyeni tartışmalara yol açtı.

Fakat sizi, teknik konularla uğraştırarak yormak istemiyorum.

Çünkü Pınar’ı ve onun durumunda olanları anlamaya çalışmak, en az bu tartışmalar kadar itina isteyen bir konu.  

Pınar, “14 yıldır” amansız bir hastalığın elinde. Hastalığın adı ise “adalet arayışı”.

Davanın psikolojik baskısı altında geçen yıllar içerisinde “duruşmalar, duruşmalar ve duruşmalar” geçirdi. Hem de 3 kere beraat etmesine rağmen.

Aktivist, barışçı, anti-militarist bir yazar ve toplumdan dışlananların sesi olan Selek, bunca yıl boyunca kamuoyunda adının lekelenmesi, saygınlığının yitmesi gibi olumsuz durumlarla karşı karşıya kaldı. Suçlu gibi gösterildi, ciddi bir psikolojik baskı altında yaşamını sürdürdü.

Bu nedenle, hukuk karşısında aciz ve müşkül durumda olmak, bir insana verilebilecek en büyük cezadır. Sesinizi duyuramazsınız. Karşınızda önüne geçilmez bir güç vardır ve bu güç toplumun ortak iradesini temsil eder. O ortak irade de sizi yaftalar.

Böylelikle adaletin pençesinde kıvranır durursunuz.

Pınar, belki de yakınlarının bir araya gelip kamuoyu oluşturması ile sesini bizlere ulaştırabildi. Fakat onun gibi on binlerce mağdur mahkeme kapılarında, tutuklu ya da tutuksuz olarak çok büyük bir zulüm yaşamaktadırlar.

Düşünün sadece bir mağdur, kendi ailesi ve sevenleriyle birlikte onlarca kişinin hayatını derinden etkilemektedir. Mağdur sayısının yüzler, binler olduğunu düşünürseniz, bu rakamları onlarla çarpmak gerekir. Böylelikle toplumun ciddi bir kesiminde, devlete ve onun yargı erkine olan güven duygusunda zedelenmelerin yaşanabileceğinden bahsetmek mümkün olabilir.

Adalete olan güven kaybı ise insanın yaşadığı sistemle olan bağlarını koparır hale gelir. İçinde bulunduğu toplum, onun için yaşanmaz bir “eklemlenme ve dayatma kültürünün” olduğu bir çehreye bürünür.

Özellikle “Ergenekon, Balyoz” gibi geniş kitleleri ilgilendiren davalar ile birlikte hukuk sistemindeki aksaklıklar daha gözle görülür hale geldi. “Tutukluluk sürelerinin uzunluğu, delil yetersizliklerine rağmen tutuklu yargılamalar” gibi kitleleri rahatsız eden durumlar, yayın organlarının ilgisi sonucu dikkatleri üzerine çekmeyi başardı.

Bu aksaklıkların, ziyan olacak hayatların kurtarılması ve yargıya güvenin perçinlenmesi adına ekseriyetle düzeltilmesi gerekiyor. Bu nedenle yargı reformunun hızlı bir biçimde tamamlanması lazım.

Bir gerçek var ki; “mahkemeler ve hapishaneler, toplumun akciğerleridir.”

Bu sistem ne kadar doğru çalışırsa, toplumun hayat damarlarında ki kan da o denli düzenli ve temizlenerek akar.

   

Kimin Camisi?

Çamlıca Cami’si siyasallaşır mı?

Tabi ki siyasallaşır.

Bir politik tarafın aitlik hissedip gitmek istediği cami, diğer tarafın üstüne “şerh koyarak” gitmek istemediği cami haline gelirse, o cami siyasallaşır.

Peki ya “politik bir cami” ne ifade eder?