BIST 9.916
DOLAR 32,45
EURO 34,79
ALTIN 2.441,06

Gül'e yapılan haksızlığın hikayesi

Bazı meseleleri yazma konusunda kendimi mecbur hissederim. Şöyle derim kendi kendime: Bu konuyu ben yazmazsam kimse yazmaz.

Bazı meseleleri yazma konusunda kendimi mecbur hissederim.  Şöyle derim kendi kendime: Bu konuyu ben yazmazsam kimse yazmaz.

Bu yazı o türden bir yazı.

***

Başbakan Erdoğan’ın yakınındaki bazı kimseler -ben onlara “Erdoğanist” diyorum- söyle diyorlar:

“Bu partinin kimseye diyet borcu yok. AK Parti iktidarında kazanılan bütün makamlar, Erdoğan’ın başarısıyla elde edilmiştir. Kimin hangi makama geleceğine karar verme hakkı da ona aittir.”

Peki gerçekten böyle mi? Bütün başarılar Erdoğan’a mı ait?

Refah Partisi kapatılınca Milli Görüş hareketinde “yenilikçi- gelenekçi” tartışması baş gösterdi.

Erbakan’ın otoriter yönetim anlayışı, çevresindekilerin, yüksek sesle eleştiri yapmasına bile engeldi.

İşte böyle bir ortamda Abdullah Gül liderliğindeki gençler, Fazilet Partisi’nde Erbakan’a karşı yenilikçi bir hareket başlattı.

Başlangıçta, yenilikçiler arasında Tayyip Erdoğan yoktu.

Çünkü “Hain” damgası yemekten korkuyordu.

Haksız da sayılmazdı.

Erbakan’a rağmen farklı bir siyasi tutum benimsemek “hain” damgası yemek için yeterli bir sebepti.

Erdoğan’ın damgalanma korkusu o kadar derindi ki, Abdullah Gül liderliğinde toplanan yenilikçilerin toplantılarına katılmıyor, irtibat ofislerine uğramıyordu.

Gül, ilk kongrede büyük bir risk alarak FP’de genel başkan adayı olarak Erbakan’ın karşısına çıktı.

Fakat kazanamadı.

Kazanamadı ama yapılan tüm karalama kampanyalarına rağmen, yenilikçi hareket hem tabanda hem de toplumun diğer kesimlerinde karşılık bulmuştu.

Tam da bu sırada FP kapatıldı.

Artık yenilikçilerin işi nispeten kolaydı.

İşte tam bu sırada Erdoğan yenilikçi harekete katılmaya karar verdi.

Tayyip Erdoğan’ın toplumda gördüğü ilgi, kuşkusuz yenilikçi hareketteki herkesten daha fazlaydı.

Tüm riskleri üstlenmiş, “yenilikçi hareketi” tabana benimsetmiş olan Gül, hareketin liderliğini tereddütsüz olarak Erdoğan’a bıraktı.

Abdullah Gül’ün başlattığı bu hareketin mensupları, Erdoğan liderliğinde AK Parti’yi kurdu.

Fakat Erdoğan’ın siyasi yasağı vardı.

Buna rağmen Gül ve arkadaşları genel başkanlığı Erdoğan’a vermekten imtina etmediler.

Partinin genel başkanı Tayip Erdoğan, başbakan ise Abdullah Gül olmuştu.

Fakat laik kesimde yeni bir Refah Partisi sendromu baş göstermişti.

Asker tetikte bekliyordu. Medya, 28 Şubat benzeri bir tedirginlik havası pompalıyordu.

Başbakan olan Abdullah Gül’ün benimsediği yumuşak üslup, uyguladığı barışçı politikalar etkisini göstermeye başladı.

3-4 ay sonra hem hava değişmiş, hem de Erdoğan’ın siyaset yasağı kaldırılmıştı.

Ara formülle Erdoğan milletvekili seçildi.

Abdullah Gül tereddüt etmeden başbakanlık koltuğunu Erdoğan’a devretti.

Bu şekilde yaklaşık 4 yıl devam ettiler.

Sıra cumhurbaşkanlığına gelmişti.

Erdoğan’ın niyeti, Vecdi Gönül gibi laik kesimi ürkütmeyecek birini cumhurbaşkanı yapmaktı.

Fakat Abdullah Gül “Riski almaya hazırım” diyerek adaylık işareti verdi.

Aday olmak ciddi bir riskti. Çünkü sonradan Erkan Mumcu şöyle bir açıklama yaptı: “Gül’e destek vermek için meclise gitseydik TBMM bombalanacaktı.”

Erdoğan’ın karşı çıkmasına rağmen Abdullah Gül, Erdoğan’a “Eğer sen olmayacaksan ben olacağım” diyerek Erdoğan’a rağmen cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu.

Bunun üzerine TBMM’deki ayak oyunları ile Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi engellendi.

Tam da bu arada 27 Nisan muhtırası geldi. Kurmayların toplandığı odaya giren Gül “sağlam durmamız gerek” diyerek Erdoğan’ın cesaretine kaynaklık etti.

Bu muhtıra üzerine Ak Parti erken seçime gitti.

Askerin tutumu, toplumu rahatsız etmişti.

AK Parti o seçimde yüzde 47 gibi muazzam bir oranla yeniden iktidara geldi.

Gül değil de Vecdi Gönül aday yapılsaydı ne erken seçim, ne de tepkiyle gelen yüzde 47 oranındaki oy olmayacaktı.

AK Parti’nin büyük zaferinin ardından Gül yeniden cumhurbaşkanlığına aday olacağını açıkladı.

Fakat Erdoğan hala karşıydı. Milli Görüş çizgisinden birinin Çankaya’ya çıkmasını istemiyordu.

Çünkü oluşacak tepkinin boyutundan çekiniyordu.

Tam da bugün “Erdoğan’ın kimseye diyet borcu yok” diyenler Ertuğrul Özkök gibi gazetecilere giderek “Aman Gül’ü engelleyecek haberler yapalım bu adam başımıza iş açacak” diyerek Gül’ün adaylığını engellemeye çalışıyordu.

Tüm bunlara rağmen Gül aday oldu ve kazandı.

İlk aylar askerde ve laik çevrelerde Gül’e karşı büyük bir tavır vardı.

Eşinin başörtüsünü gerekçe göstererek saygısızlık ediyorlardı.

Gül’ün yumuşak, kuşatıcı, barışçı tutumu sayesinde önyargılar giderek azaldı.

Ve Gül artık büyük çoğunluğun benimsediği bir cumhurbaşkanı olmuştu.

Başörtüsü Çankaya’ya çıkmıştı.

AK Parti kapatılma davası gibi çeşitli badireler atlattı. Her seferinde birçok AK Partili bu krizler sırasında “Gül’ün Çankaya’da olmasının büyük bir şans olduğunu” söylüyordu.

Türkiye artık eşi başörtülü birinin Çankaya’ya çıkmasını kabul etmiş, her şey normale dönmüştü.

***

7 yıl sonra Gül’ün görev süresi doldu.

Halbuki, Gül “Bir dönem daha aday olmak istiyorum” deseydi Erdoğan’ın yapabileceği hiçbir şey olmadığını herkes biliyordu.

Tekrar adaylığını koysa, kazanma şansı çok yüksek olduğu halde, Gül bir kez daha yerini Erdoğan’a bırakmıştı.

Şimdi, Erdoğan bütün mayınları temizlenmiş Çankaya’ya çıkıyor.

Diyeceğim o ki yenilikçi harekette herkes çok önemliydi. Harekete katılması için zorla ikna edilen Erbakan’ın avukatı İsmail Alptekin de Bülent Arınç da çok önemliydi.

Abdullah Gül risk almamış, önden yürüyerek birçok engeli aşmış, toplumun farklı kesimlerinin güvenini arttırmış olmasaydı, AK Parti bugünkü konumuna ulaşamayacaktı.

Abdullah Gül’de birikim, sakin üslup, yenilikçi politika; Erdoğan’da ise karizma ve siyasi cazibe vardı.

İkisi bir araya gelince büyük bir değere dönüştü.

Şimdi bu iki “kardeşin” birlikte, omuz omuza inşa ettiği değeri, elde ettiği kazanımları tek bir kişinin başarısı diye sunmak her şeyden önce insafsızlıktır.

“Hepsi Erdoğan’ın başarısı” demek, verilen emeklere, gösterilen cesarete saygısızlıktır. Nezaketsizliktir. Şımarıklıktır. Bana sorarsanız en çok da akılsızlıktır.

***

Son söz: Ekmeğini Erdoğan’dan çıkaran Erdoğanistler var. Allah’ın her günü köşelerinden Erdoğan’a övgü diziyorlar.

Bir sefer olsun Erdoğan’a eleştiri yöneltmiş değiller. Maaşını Erdoğan’dan alan devşirme Erdoğanistler aylardır Abdullah Gül’e hakaret ediyor.  AK Partililer tek bir gün “Siz kim oluyorsunuz da bizim 40 yıllık yol arkadaşımıza böyle laflar ediyorsunuz” demediler, demiyorlar. Gül’e yapılan haksızlıklara tek bir gün itiraz etmediler. Benim gibi birkaç yazar Gül’e yapılan haksızlıklara itiraz edince de bu sefer “Gül’e yanaşmaya çalışıyor” iftirası atıyorlar.

Gül’e “İngiliz ajanı” diyen Erdoğanistlere değil, benim gibi, “40 yıllık yol arkadaşına böyle davranmak terbiyesizliktir” diyenlere “Fitne çıkarıyor” diyorlar!

Bu yazılarımızı Gül’den çıkar ummak olarak görüyorlar.

Bir kamyon dolusu kitap okumuşlar, yıllardır köşe yazarlığı yapıyorlar ama hâlâ baktıkları her yerde yalnızca “çıkar” görüyorlar. twitter.com/acikcenk