BIST 10.337
DOLAR 32,27
EURO 34,77
ALTIN 2.401,95

Dindarları AK Parti'ye kim mecbur etti?

Mesela dindarlar geçmiş hükumetler döneminde de gerçekten özgür ve haysiyetli bir yaşam imkanı bulsalardı, birileri dindarların bu birikmiş öfkelerini siyasetin malzemesi yapabilir miydi?

Bugünkü iktidarın hal ve davranışlarını gören kimileri şöyle diyor: “’Biz, bunların eline imkan geçerse ülkeyi dindarlaştırmak adına baskıcı bir rejim kurarlar’ dememiş miydik? ‘Dindarlara alan açtığımızda bizim özgürlüklerimizi kısıtlarlar’ diyorduk hepsi çıktı!”

Yani bize, AK Parti dönemine dek dindarlara uygulanan yasakların aslında ne kadar mantıklı ve gerekli olduğunu söylüyorlar.

Kimler? Özellikle Kemalist ve ulusalcı çevreler.

Ama genel olarak herkesin aklından benzer düşüncelerin geçtiğini sanıyorum. 

Peki gerçekte böyle mi?

***

Şöyle düşünün: Başörtüsü sorunu 20 yıl önce Kemalist iktidarlarca çözülmüş olsaydı…

Veyahut İmam hatip okullarının önü hiç kesilmeyip, isteyenin istediği okula gidebildiği bir serbestlik olsaydı böyle olur muydu?

Dindarlar bugün olup bitene göz yumar, kendilerini bu hükümete mecbur hissederler miydi?

Ya da dindarlar yıllarca aşağılanmasalar, dışlanmasalardı, “Bunlar yarasa, gerici, örümcek kafalı…” türü hakaretlere maruz kalmasalardı kendilerini bu hükumete mahkum hissederler miydi?

Mesela dindarlar geçmiş hükumetler döneminde de gerçekten özgür ve haysiyetli bir yaşam imkanı bulsalardı, birileri dindarların bu birikmiş öfkelerini siyasetin malzemesi yapabilir miydi?

Dini siyasette baskının aracı kılabilir miydi?

Buna güçleri yeter miydi?

Geçmişteki ötekileştirme olmasaydı günümüz siyasetçileri dini ve dindarları bu kadar hoyratça yönlendirebilir miydi?

***

Bugün dindarlar, başka bir iktidar geldiğinde ikinci sınıf vatandaş muamelesi görmeyeceklerine emin olsalar, mevcut iktidar bu kadar rahat olabilir mi?

Vatandaşlar, dinin, siyasete malzeme yapılmasını; başarısızlığın, kifayetsizliğin, haksızlığın üzerini örtmek için kullanılmasını içlerine sindirirler miydi?

Toplumu zorla dindarlaştırmaya çalışan bu iktidara bugünkü kadar büyük bir oranda destek çıkar mıydı?

Devlet, dinle olan ilişkisini koruyabilmiş,  mesafesini ayarlayabilmiş olsaydı günümüz dindar siyasetçileri hamasetle iş yürütebilirler miydi?

Dindarlar AK Parti’ye mecbur bırakılmasaydı, bugün hükümet “Seçmen buna ne der?” endişesini gündeminden bütünüyle çıkarabilir miydi?

***

Diğer taraftan bugün dindarların çevre, eğitim, sanat, bilim gibi sorunlar karşısındaki duyarsızlıklarından yakınıyoruz.

Peki dindarlar onlarca yıl başörtüsü ve dini eğitim gibi sorunlarla uğraşmaya mecbur bırakılmasalardı; mimari, ekonomi, eğitim, sanat, ulaşım, sağlık… gibi sorunlara bugün daha fazla ilgi duymazlar mıydı?

Bütün enerjilerini, dikkatlerini dinî yasaklarla uğraşmaya harcadıkları için, diğer sorunlara ilgi gösteremediler. 

Ağaçların katledilmesine, şehirlerimizin talan edilmesine olan duyarsızlığın kaynağı ne? Bu iktidara duydukları mecburiyet değil mi?

Yıllarca kimlik ve kişilik mücadelesi verdiler. Var olabilmek için, sadece tepkiye dayalı bir hayat sürdüler.

Şimdi başörtüsü ve imam hatip onlara yetiyor.

En büyük zafer kazanılmış, hayatın büyük ideali gerçekleşmiş işte.

Liderler “İnşallah” diyor, ne mutlu!

“Bugünleri de gördük, çok şükür” diye seviniyorlar.

Bu zafer görüntüsünün aslında yenilgi olduğunu göremiyorlar.

***

Gelelim gündeme…

Yetkililer; hem Alevilerin hem de Kürt siyasal hareketinin talepleri hakkında, aynen yıllar önce dindarlara söylediklerini söylüyorlar:

“Kürlerin taleplerini karşılarsak ülke bölünür.”

“Alevilerin isteklerini karşılarsak ülkenin dokusu yara alır.”

Ben tam tersini düşünüyorum.

Aynen vaktiyle dindarlarda olduğu gibi çözümler ne kadar geciktirilir ve büyütülürse ülke için o kadar tehlikeli olur.

Demokrasimiz işte bu siyasi zehirlenmeler yüzünden bir türlü gelişmiyor.

Aleviler ve Kürtler şimdi belli bir siyasi partiye mecbur hale geliyorlar.

Türkiye’de hep ama hep bu “DAVA” siyaseti yürütülüyor.

Herkes bir partinin adamı, taraftarı, eri, muhafızı, takipçisi… oluyor.

Halbuki siyasetçilerin, tüm sorunları, tüm ülkenin sorunu olarak görmesine ihtiyacımız var

O zaman kim handikapları ortadan kaldırıyorsa, onu seçebileceğiz.

O zaman kim daha makul çözümler getiriyorsa, onu seçebileceğiz.

***

Düşünün… Alevilerin sorunlarını Sünni bir parti çözdüğünde işler başka türlü gelişecek.

İnanç özgürlüğü konusunda CHP net bir tutum benimseyebilse Türkiye rahat bir nefes alacak.

Kürtler, Aleviler, dindarlar… hepimiz kimlik meselelerini aşıp gerçek sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başlayacağız.

Yani eğitimsizlik, işsizlik, yoksulluk, adaletsizlik, çarpık kentleşme… gibi sorunları daha fazla dert edeceğiz.  

Çünkü bunlar hepimiz için gerçek ve ağır sorunlar.

***

Bizler artık unumuzu eledik. Eliğimizi de astık sayılır.

Fakat somut problemler, özellikle gençlerimizi derinden etkiliyor.

Çünkü umutlu değiller.

Kendilerini güvende hissetmiyorlar.

Gençlerimiz, burada bir gelecek göremediği için, kapağı yurt dışına atmayı planlıyor.

Alevi-Sünni, Türk-Kürt, laik-dindar ayrımlarından kimseye bir fayda yok çünkü.

Bu hakikaten budalaca siyaset yüzünden, gençlerimiz bizi terk ediyor.

Her parti bir kimliğin temsilcisi olmuş, akıl yok, fikir yok, proje yok, zeka yok, tarz yok…

Semboller siyaseti, hamaset ve yaygara yüzünden gençlerimizi, evlatlarımı kaybediyoruz işte.

***

Türkiye’de siyaset, memleketi düşünenler değil, belli bir kampın sözcüleri tarafından yapılıyor.

Hiçbir parti Türkiye’nin bütününü, bu topraklarda yaşayan herkesi kendi dostu, kardeşi, arkadaşı, vatandaşı olarak görmüyor.

Dindarlar, AK Parti için daha değerli.

CHP için Solcu ve Kemalistler, HDP için ise Kürtler daha kıymetli.

Her parti ve taraftarı; bir başkasını düşman, muarız görüyor.

Mesela Kemalistler “Dinciler olmasa, biz Türkiye’de ne güzel yaşarız” diyorlar.

Dindarlar “Şu ateistler, Kemalistler ve Aleviler olmasa bu ülkede ne kadar da rahat ederiz” diyorlar.

Türkiye’yi parça parça olarak algılıyorlar.

Kimisi için dindarlar, kimisi için Kemalistler, kimisi için Kürtler kimisi için de solcular birinci vatandaş.

Bundan dolayı herkes kendine yakın olan partiye kendini mecbur ve mahkum hissediyor.

Ve sandığa mecburiyetten gidiyoruz.

Mecbur olduğu için insanlar CHP’ye oy veriyor. Mecbur oldukları için insanlar BDP’ye oy veriyor. Bir başkası da mecburiyetten AK Parti’ye oy veriyor.

“Lanet olsun! Bu parti kötü, biliyorum ama ne yapayım mecburum buna oy vermeye” diyerek sandığa gidiyoruz.

Demokrasiyi ve özgürlüğü sadece kendimiz için değil, başkası için de istemedikçe burayı yaşanabilir bir ülkeye dönüştüremeyiz.   Twitter.com/acikcenk