BIST 9.717
DOLAR 32,53
EURO 34,87
ALTIN 2.439,59

Bu duyduğumuz Türkiye’nin iç sesidir

Bu aralar “Türkiye çok Büyük Millet Meclisi” kürsüsünden ardı ardına gelen dikkat çekici söylemler duyuyoruz.

İlgili konuşmaları kimimiz öfkeyle, kimimiz ise alkışlar eşliğinde izliyor.

“Ayrılıkçı, eşitlik, hak, özgürlük, faşist, gerici, bölücü, sizin değil!, bizim!” gibi kelimeler, meclisin “TT Listesini” oluşturmakta…

Aslında bu duyduklarımız,

Osmanlı İmparatorluğu sonrasında yaşanan ulus devletin inşası “sürecinin” sancılarıdır.

Kurtuluş Savaşını birlikte yaşayan, savaş sonrası iç ve dış göçlere zorlanan, türlü politikalarla doksan yıllık cumhuriyet tarihinin iktidar mücadeleleri içerisinde “ziyan olan-ezilen-ezen” insanların serzenişleridir.

Son bir haftada,

Bir yanda CHP İzmir milletvekili Birgül Ayman Güler, “Türk ulusu ile Kürt milliyeti eşit olamaz” diyerek aynı anda farklı kesimlerin tepki ve desteklerini üzerine çekti.

Dün CHP Isparta Milletvekili Ali Haydar Öner, yine meclis kürsüsünde Güler’in görüşünü desteklediğini açıkladı.

Keza diğer bir yandan, BDP Muş milletvekili Sırrı Sakık “…Sonradan bu ülkeyi kendisine vatan edenler, Kafkaslardan, Boşnaklardan gelenler, siz bu ülkenin sahipleri değilsiniz. Haddinizi bileceksiniz!” sözleriyle sadece “kendine demokrat” bir bilinçaltının mesajını vermiş oldu.

Kabul etmemiz gerekiyor ki, temsilcilerimiz aracılığıyla bu cümleleri sarf edenler “bizleriz”.

Ortada bir ayıp varsa, “bizim ayıbımızdır”.

Ve göreceksiniz,

Yeni anayasa yazımı sürecinde Alevilerin lehine ya da aleyhinde olan yada,

“Sivas, 6-7 Eylül, Maraş” olayları, gayrimüslim okulları yada faili meçhuller hakkında kimi kesimlerin öfke duyacağı kimilerinin ise destekleyeceği yeni itiraflar duyacağız.

Ki ileriki dönemlerde kutuplaşmalar artıp, “ortak değerlerden” daha fazla pay alma mücadelesi sürdükçe bu söylemleri sıklıkla işiteceğiz.

Ama bir gerçek var ki, o da açıkça konuşmamızın lüzumudur.

Çünkü toplumumuzun yıllardır içinde gizleyip sakladığı, patlamaya hazır bu gazın alınması gerekiyor.

Yani sevabıyla günahıyla kendi yakın siyasal tarihimizle bir hesaplaşmanın içerisine girmek, olmazsa olmaz bir ihtiyaç artık.

Ortada bir “yara - yaralayan - pansuman imkânı” varsa ve  bu üçlü birlikte bir evde yaşamak zorundaysa; seçebileceğimiz başka bir alternatifimiz yok.

Evet, duyduklarımız karşısında öfkelenebiliriz, zorumuza gidebilir, sevebilir ya da sevmeyebiliriz ama kiri tozu halının altına atmayı bırakıp, cesurca konuşmanın tam vaktidir.

Çünkü yeni bir sayfa için yeni uzlaşı noktaları yaratmamız şart.

Ve yaşamak için gidecek başka bir yuvamız da yok.

Bu ev hepimizin.

Bu yüzden, daha temiz bir gelecek için "ona" sahip çıkalım.