BIST 10.219
DOLAR 32,21
EURO 34,86
ALTIN 2.444,47

AK Parti’nin 3. evresi bize ne getirecek?

Medyada ve bürokrasideki bazı tasfiyelerden hareketle, AK Parti iktidarının yeni bir evreye girdiğini yazmıştım.Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.

Medyada ve bürokrasideki bazı tasfiyelerden hareketle, AK Parti iktidarının yeni bir evreye girdiğini yazmıştım.

Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.

***

AK Parti 2009 yılına kadar Muhafazakar- Demokrat bir politika izledi.

Bu dönemde hem içeride, hem de dışarıda daha barışçı, daha demokrat, daha birleştirici bir siyaset benimsedi.  

Dışarıda “Sıfır sorun” politikası uyguladı.

İçeride ise her kesimle diyalog halindeydi.

Kendinden olmayanları da ilgilendiren birçok demokratikleşme adımı attı.

Bürokrasideki atamalarda, evet, kendi adamlarına daha fazla öncelik veriyordu, ama “öteki”ne kapıları kapatmamıştı.

Kıymetli romancı Reha Çamuroğlu, Alevi cenahtan olmakla birlikte, bu dönemde milletvekili oldu.

Ertuğrul Günay gibi, farklı ideolojilerden gelen birçok kimse bu dönemde partide üst düzey görev aldı. 

Kimileri bakanlık da yaptı.

Bakanlar kurulu oluşturulurken daha hassas davranıyor, toplumsal dengeler daha fazla dikkat ediliyordu.

Tekrar ediyorum, 2009’a kadarki süreç, Ak Parti’nin “1. Evre”siydi. Yani “Muhafazakar-Demokrat” dönem.

***

2009 sonrası, AK Parti, 2. evreye geçti.

“Demokratlıktan kopuş evresi” diyebiliriz buna.

Daha içe kapanık, daha gergin ve ötekileştirici bir politika uyguladı.

“Diklenmiyoruz, fakat dik duruyoruz” dese de, işin gerçeği, hükümet lideri, demokratik tutumunu terk ediyordu.

Adam kayırmacılık ve öfkeli bir üslup öne çıktı.

Başbakan, “Öfke bir hitabet sanatıdır” dedi.

Artık, dindar ve muhafazakar kimlik, AK Parti’ye yakın kurumlarda veyahut bürokraside bir yere gelmek için önemliydi.

AK Partili değilseniz, bundan böyle işiniz zordu.

Liberal, solcu, Alevi olabilirdiniz, ama AK Partili olmak şarttı.

En küçük eleştiride bulunan herkes, anında dışlanıyordu.

Eleştiren, soru soran liberal ve solcu aydınlar ötelendiler. Halbuki, bu aydınlar, hükümete yakın geçmişte büyük destek vermişlerdi.

Kutuplaştırma, oyları arttırmak için bir yöntem olarak benimsendi.

***

Gezi eylemleriyle beraber, bu çatışmacı, ayrımcı, kutuplaştırıcı politikalar zirve yaptı.

Türkiye, açıkça ikiye bölünmüştü: “Biz ve onlar!..”

Hak ve özgürlükler alanında, sadece dindarlar namına adım atıyordu.

AK Parti’yi, lideri, hükümeti eleştiren herkes ama herkes otomatikman “Tayyip düşmanı” veya “Dış güçlerin oyununa gelmiş, şuursuz biri, bir maşa” veyahut düpedüz “Hain, vatan haini” olarak damgalanıyordu. 

Bürokraside, medyada, hükümete yakın kuruluşlarda AK Partili olmayana yani “öteki”ne yaşam hakkı verilmiyordu.

Medyada büyük tasfiyeler başladı.

Meydanlarda, mitinglerde hakaretler, aşağılamalar, yuhalamalarla “ötekiler” üzerinde dayanılmaz bir baskı kuruldu.

Demokrasi, Avrupa Birliği, ifade özgürlüğü… gibi değerler tümüyle rafa kaldırıldı.

Ve son aylarda AK Parti “3. Evre”ye girdi.

Bu üçüncü evreye ben “Koşulsuz Erdoğanizm” dönemi diyorum.

Kimileri “Demokrasi görünümlü diktatörlük” dedi. Bu sert ifadeyi de kulak ardı edemeyiz.

3. dönemde AK Parti’nin gündeminde artık “öteki” yoktu.

Bu dönemde, artık AK Partili olmak da yetmiyor.

Tavizsiz, katıksız, sorgusuz sualsiz “Erdoğanist” olmak gerekiyor.

Bu dönemde bırakın “öteki”ni, fısıltıyla bile “ama” diyenler, kararları tartışmaya açanlar da dışlandı.

İktidar, kendi “mülayim” mensuplarına bile tahammül edemiyor artık.

Yıllarca yol arkadaşlığı yaptığı insanları bir çırpıda harcayan iktidar, artık tam teslimiyet talep ediyor.

“Onu da biz biliriz… Bunu da biz biliriz… Sen kim oluyorsun?...” gibi cümleler, mutlak itaat beklentisini açığa vuruyor.

Nitekim partililer, lider hakkında tapınma sözleri, tanrılaştırmaya varan iltifatlarla, büyük yeminlerle, ilan-ı aşklarla bağlılık bildiriyorlar.

Dışlanan, kovulan ötekiler nispeten iyi durumdalar.

Hükümet çevresindekiler diken üstünde, derin bir korku içinde yaşıyorlar.

“Ama” deyip uzlaşmacı bir politikaya yönelenler ciddi tehdit altında.

“Hain” damgası yiyip dışlanmamak için, kimse Erdoğan’ın dediğinin dışına çıkamıyor.

Bu korku atmosferinde hükümet Erdoğan’a rağmen demokrasiye nasıl yönelecek?

Artık adam kayırma dönemi de bitti, “adam harcama” dönemine girildi.

Çıkar çatışması en üstteki kadroyu bile etkilemeye başladı.

Fanatizm ve hırçınlığın egemen olduğu bir yapıdan ferahlık ve huzur bekleyebilir miyiz?

Toplumun her kesimini kuşatıcı bir politika umabilir miyiz?

Kendi “mülayim” yol arkadaşlarına tahammül edemeyenlerden “öteki” ne saygı ve özgürlük isteyebilir miyiz?

Bu kadar içe kapanmış bir yapıdan eşitliği ve özgürlüğü yaygınlaştırmasını nasıl bekleyeceğiz?

Türkiye’nin sorunları AK Parti’nin elinde rehin. AK Parti ise kimsenin gözünün yaşına bakmayan Erdoğan’ın elinde rehin.

Artık AK Partililerin sohbet için toplandığı her mekan bir ağlama duvarına dönüşmüş vaziyette.

Ülkeyi içine soktukları bu karanlık kuyudan ne kendileri çıkabiliyor ne de başkalarını çıkaracak durumdalar.

Peki biz ne yapacağız? Nasıl çıkacağız bu işin içinden?

***

Önerim şu: AK Parti, işler büsbütün çığırından çıkmadan…

Memleket çatışma ortamına tümden sürüklenmeden…

Demokratlığa geri dönmeli.

Bunun bedelini ödemekten korkmamalı.

Öfkeyle, hakaretle, aşağılamayla, meydan okumayla, dışlamayla, emrivakiyle, zorla… olmaz bu iş.

5 yıl öncesinin AK Parti’si ile bugünün AK Parti’si arasındaki büyük fark, hepimizin aleyhine.

İnanıyorum ki, demokratik bir alternatifin AK Parti içinden çıkma ihtimali yok değil.

AK Parti demokratikleşirken, CHP’nin da biraz dersine çalışması, milletin dilini konuşması, gönlünü kazanmayı öğrenmesi… Bu da çok zayıf ihtimal, değil mi?

İki zayıf ihtimalden başka ne umabiliriz?

Allah yüzümüze baksın. Twitter.com/acikcenk