Sunrooflu tesettür: Modernizmin ışıltılı tuzagında kaybolan idealler
Eskiden başörtüsü bir duruştu. Bir aidiyetti. Tesettür; dışı örtmenin ötesinde içi koruma gayretiydi. Şimdi ise cam tavanı açık otomobillerin içinde, güneşe yüzünü dönen ama özünü yitirmiş bir kimlik hali aldı. Güneş yanığı alın çizgilerine, “sunroof’lu tesettür” diyoruz artık.
Modernizmin çekici vitrinine kapılan genç muhafazakâr kadınlar, “hem bu dünyadan geri kalmayayım hem öte dünyaya da yatırımım olsun” ikileminin tam ortasında bir estetik çatışmanın içine savruluyor. Ayetle değil, algoritmayla yönünü bulmaya çalışıyor. Moda ikonlarının başını örtmüş versiyonlarına dönüşen “influencer” profilinin kimliğe giydirdiği şey ne İslami ne seküler; tam manasıyla kitsch bir gösteri hali.
Marka çantasıyla alınan tesettür, kartel medyasına sızmış modern muhafazakâr modacılardan el alıyor. Kimlik, stilize ediliyor; inanç, içi boşaltılmış bir ambalaj haline getiriliyor. Oysa tesettür yalnızca bir şalın iğnesiyle tutturulmaz, ahlakla sabitlenir.
Bu yozlaşmanın başlangıç vuruşu AVM önlerinde yapıldı.
Kısa paltolar, bilekte pantolonlar, üstten açık başörtüler, altına topuklu ayakkabılar, dantelli kroplarla verilen pozlar...
Hepsi “ben hem kapalıyım hem modernim” demenin başka bir yolu. Ama bu ikilikte samimiyet yok, içi boş bir benlik arzusu var.
Sunroof mefhumu bu yozlaşmanın metaforudur. İçine güneş alan ama ruhunu karanlıkta bırakan, dışarıdan ‘açık’, içeriden ‘boş’ bir yapıdır bu. Lüks otomobillerin cam tavanları, İslami hassasiyetle çelişen bir tüketim kültürünün vitrini haline geldi. Eskiden mahcubiyet vardı, şimdi gösterişin en şatafatlı hali ibadet kılığına büründü.
Bir genç kız, başörtüsüyle sınıra basmalıydı. Ne tarafa geçeceğini bilerek, o sınırın hakkını vererek yaşamalıydı. Şimdi sınır çizgisi kayboldu.
Örtünme, örtmeye değil göstermeye evrildi. “Açık olsaydım daha sadeydim” diyen başörtülü kadınların çoğalması, aslında örtünün değil niyetin sorgulanması gerektiğini gösteriyor.
Kimi zaman “özgüven” adıyla sunulan bu yeni tarz, aslında derin bir özgüvensizliğin dışavurumudur. Kendine yetememenin, Batı hayranlığına gizlenmiş bir kimlik krizidir bu.
Peki, asıl soru şu: Muhafazakâr aile nasıl oldu da manevi değerlerden bu denli yoksun bir nesil yetiştirdi?
Cevap, televizyon karşısında sessiz kalan annelerde, her isteği alınarak büyütülen çocuklarda, “aman biz görmedik o görsün” diye her hediyeye göz yuman babalarda gizli.
İtikadın yerine statüye, edebin yerine "like" sayısına,
Kur’an'ın yerine ekran koyan bir ebeveyn modeli çıktı karşımıza. Çocuklara kıyafet seçerken, dua ezberletmek yerine poz verdirmeyi tercih eden bir pedagojik sapma yaşadık.
Evde seccadenin yeri belliydi belki ama ruhu boştu. Kalp eğitimi olmadan kılınan namaz, kalbe değil cama çarptı. Maneviyatı sadece anneannenin duasında, dedenin bastonunda bırakan bir aile formu bu. Ve sonunda ortaya çıkan şey: dijital dünyada kaybolmuş ama profiline ayet sabitlemiş bir gençlik.
Elbette herkesin tercihi kendine. Ama toplumu şekillendiren değerlerdir. O değerler yozlaşınca, toplum kimliğini kaybeder.
Tesettür, modernizmin rujuna, influencer vitrinlerine, cam tavanlara yenilmemeli. Genç kızlarımızın gönül dünyasına yeniden anlam, ihlas ve vakar yüklemek zorundayız.
Çünkü sunroof’tan giren ışıkla aydınlanan bir zihin değil, içeriden beslenen bir ruh durudur tesettür. Ve başını örten her genç kız bilmeli ki asıl örtünme, kalpte başlar. Kalbin üstünü örtemeyince, başa sarılan bez ne kadar pahalı olursa olsun bir anlamı olmaz. Anlam yükleyen davranış ve haldir.