Soykırımın Adı: Seçilmiş Halkın Açlık İmtihanı!
“Bir lokma ekmeği terör sayan, Tanrı’nın değil, şeytanın ordusudur.”
Terör devleti İsrail’in bakanlarından biri, Gazze’de çocukların açlıktan ölmesini “meşru hak” olarak nitelendirmiş.
Bir diğeri, “Uluslararası hukuk Yahudilere uygulanmaz. Çünkü biz seçilmiş halkız” diye çemkirmiş.
Şaşırdık mı?
Hayır.
Bu, sadece zaten yaşananın tercümesi.
Zulümle, kanla, gözyaşıyla zaten yazılmış bir pratiğin teorik cümlesi.
Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcıları, İsrail’in işlediği savaş suçlarını araştırmaya kalktığında tehdit edilmişti.
Ve ne “tesadüf” ki; Gazze’deki soykırım nedeniyle İsrail’i UCM’ye taşıyan Güney Afrika’nın Paris Büyükelçisi Mthethwa, kaldığı otelin 22’nci katından “düşüp” öldü.
İnsan hakları, adalet, hukuk...
Hepsi birer vitrin süsü.
Görünmeyen eli tutan, görünene adalet dağıtıyor bu çağda.
İsmet Özel yıllar önce demişti:
“İnsan hakları bütün insanlığı ifade etmez; insan hakları bir insanı esas alır, o da Yahudi’dir.”
Gazze’de, bu cümlenin altına artık kanla imza atılıyor.
İnsan haklarının evrensel olmadığı, Gazzeli çocukların parçalanmış bedenleriyle sabit.
“Seçilmiş halk” öğretisi, artık bir inanç değil; siyasal dokunulmazlık belgesi.
Tanrı’yla yaptıkları sözleşmeyi, mazlumun kanıyla mühürlemiş bir kavimden söz ediyoruz.
Dört kutsal kitabın hepsinde yazan “Öldürmeyeceksin” emri, onlar için sadece “birbirini öldürmeyeceksin” anlamına geliyor.
Başkasını öldürmek “güvenlik önlemi”,
başkasının toprağını almak “kutsal miras”,
başkasının evini bombalamak “savunma refleksi” sayılıyor.
Soykırım bile bu lanetli ırka verilmiş bir hak gibi sunuluyor.
Ve dünya, bu canavarlığa “meşru müdafaa” diyor!
Refah’ta, Nusayrat’ta, Han Yunus’ta...
Yıkılan evlerin enkazından hâlâ çocuk çığlıkları geliyor.
Kömürleşmiş küçük bedenler, annelerinin kucağında taş gibi soğuyor.
Açlıktan ölmesinler diye bir dilim ekmek götürmeye çalışan Sumud filosu — umut filosu — Akdeniz’in ortasında zorla durduruluyor.
İçinde her dinden, her renkten, her milletten insan var.
Gemide sadece gıda değil, insanlık var.
Ama İsrail’in gözünde hepsi “terörist”…
Bir lokma ekmek götürmek “terör”,
bir damla su ulaştırmak “güvenlik tehdidi”,
çocuklara süt taşımak “ambargo ihlali”…
Peki açlıktan ölen çocuklar ne?
Onlar da “hasar” mı?
Bu nasıl bir zihniyettir ki, çocukların ölümü bile stratejiye dahil edilir!
Bu nasıl bir tanrıdır ki, masumların kanını mübah sayar?
Bu nasıl bir dünyadır ki, bu tanrıya inananlara “medenî” der?
Trump sessiz.
Netanyahu sessiz.
Ama sessizlikleri kelimelerden daha kanlı.
Çünkü Gazze Planı’nda Filistin halkının zerre kadar iradesi yok.
Her şey, İsrail’in çıkarları için yazılmış bir senaryo.
Bu plan bir barış haritası değil, bir mezar krokisi.
Netanyahu ile Trump’ın derdi “diyalog” değil; direnişi kökten kazımak.
Ama unuttukları bir şey var:
Gazze teslim olmadı.
Bombaların altında bile ezan susmadı, direniş durmadı.
Gazze’nin çocukları, açlıktan ölüyor ama onurlarını satmıyor.
Çünkü onlar biliyor:
Bedenleri ölebilir ama hakikatleri ölümsüzdür.
Latin Amerika’dan Japonya’ya, Afrika’dan Avrupa’ya insanlar sokaklarda.
Kimi elinde pankart, kimi diz çökmüş dua ediyor.
Hepsi bir ağızdan aynı şeyi söylüyor:
“Yeter!”
Bu çağda vicdan sahibi olmak, cesaret işidir.
Vicdanlı kalmak, ölüm pahasına direnmek gibidir.
O gemilerde, Sumud filosunda işte o cesaret vardı.
Ama ne yazık ki o filonun içindekilerden bazıları bile Gazze’yi değil, kendi ismini parlatma peşindeydi.
Oysa bu yolun tek öznesi vardır:
Gazze.
Ne Batı’nın stratejisi, ne Doğu’nun diplomasisi, ne de aktivistlerin şahsi şovu.
Bu yolun öznesi sadece Gazze’dir.
Sumud, Arapça’da “direniş” demek.
Ama aynı zamanda “kök salmak” anlamına da gelir.
Gazze toprağı, o kökleriyle insanlığın kalan son vicdanını taşıyor.
Bugün Gazze’nin üstünde dolaşan dronlar, insan değil hedef arıyor.
Ama asıl hedef, insanlığın kalbidir.
Gazze’de ölen sadece çocuklar değil, insanlığın ta kendisidir.
Korkunun ve sessizliğin imparatorluğu kurulmuş durumda.
Birleşmiş Milletler, “endişeliyiz” diyor.
Avrupa Birliği, “yakından takip ediyoruz” diyor.
ABD, “İsrail’in güvenlik hakkı vardır” diyor.
Oysa o “güvenlik hakkı” Filistinlilerin yaşama hakkını mezara gömüyor.
Gazze’de açlıktan ölen çocukların kemiklerini sayarken,
dünya, kendi vicdanının mezar taşını dikiyor.
Bu sessizlik, tarihin en büyük suçu olacak.
Eğer bir toplum, çocukların ölümü karşısında sessiz kalıyorsa,
orada artık ne medeniyet vardır ne insanlık.
Gazze bugün bir ayna:
Bakınca kimin insan, kimin mahlûk olduğu orada görünüyor.
İsrail bombalıyor, ABD koruyor, Avrupa susuyor…
Ama Gazze’nin duası hâlâ göğe yükseliyor:
“Rabbim, bizi insan olarak yarat. Onları değil!”
Ve inanıyorum, o duanın kabulüyle bir gün mutlaka;
çocukların gözyaşları, bombaların sesini bastıracak.
Çünkü Allah mazlumun yanındadır.
Ve mazlumun duası, tank sesinden güçlüdür.
Gazze’de İnsanlık Açlıktan Ölürken “Bir lokma ekmeği terör sayan, Tanrı’nın değil, şeytanın ordusudur.” Biline…