BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53
HABER /  GÜNCEL

Sezer AB ülkelerine seslendi

Meclis'in açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Sezer, yargı bağımsızlığına vurgu yaptı, irticaya dikkat çekti. Sezer müzakereler öncesi AB kamuoyuna da çağrıda bulundu

Abone ol

Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, ''Din istismarını temel araç olarak kullanan ve toplumumuzun Cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmeyi hedefleyen irticai hareket; anayasal düzenimiz için öncelikli tehdit olma özelliğini sürdürmektedir'' dedi. Sezer, TBMM Genel Kurulu'nda yeni yasama yılının açılışında yaptığı konuşmada, din istismarını temel araç olarak kullanan ve toplumun Cumhuriyet döneminde elde ettiği tüm çağdaş kazanımları yok etmeyi hedefleyen irticai hareketin; anayasal düzen için öncelikli tehdit olma özelliğini sürdürdüğünü söyledi. Toplumsal, kültürel, siyasal ve ekonomik alanlarda giderek yaygınlaşan din istismarcılığının, bir yandan anayasal düzene ve demokratik gelişmeye, öte yandan İslam dinine büyük zarar verdiğine işaret eden Cumhurbaşkanı Sezer, şunları söyledi: ''Türkiye'nin ülkedeki irticai tehdide karşı en büyük güvencesi, laik düzenidir. Atatürk devrimlerinin özü, ulusal birliğimizin temeli ve toplumsal barışın en önemli güvencesi olan laiklik, çağdaşlaşma çabalarımızın temelini oluşturmakta, yurttaş olmaktan ulus olmaya kadar duygu ve düşüncede, yönetim ve yaşamda çağdaş tutum, bilimsel yöntem ve akılcı yaklaşımı öngören bir dünya görüşünü ve yaşam biçimini göstermektedir. İrticaya karşı savaşım, temel dayanağını ve gücünü, Anayasa ve yasalardan, ulusumuzun çağdaş değerler ve uygarlık yönünde gelişme kararlılığından almaktadır. Bu kararlılık karşısında karanlık düşüncelerin esin kaynağı olduğundan kuşku bulunmayan kimi çabaların başarısızlığa uğraması kaçınılmazdır.'' -AB- Sezer, Avrupa-Atlantik bağlantısının, Türk dış politikasının önemli bir boyutunu oluşturduğunu vurgulayarak, sözlerine şöyle devam etti: ''Bu çerçevede, AB üyelik süreci, Amerika Birleşik Devletleri ile ilişkiler ve NATO içindeki yerimiz, geleneksel olarak dış politika gündemimizin ilk sıralarında yer almaktadır. AB'ye üyelik sürecimiz konusunda yaşanan gelişmeler, son aylarda ulusal ve uluslararası kamuoyunun ilgi odağı durumuna gelmiştir. AB Anayasası, geçtiğimiz Mayıs ve Haziran aylarında Fransa ve Hollanda'da yapılan halkoylamalarında onaylanmamıştır. Yine Haziran ayında yapılan Avrupa Birliği Konseyi sırasında mali yaklaşım konusunda anlaşmazlık yaşanmıştır. AB içindeki kimi ülkelerin bir akıl karışıklığı yaşamış olmalarını olağan karşılıyoruz. Bu gelişmelere karşın AB liderleri, Haziran Doruğu sonunda yayımladıkları bildiride, genişleme konusunda Aralık 2004 Doruğu kararının tümüyle uygulanması gereğinin altını çizmişlerdir. AB, çağımızın en başarılı siyasal ve ekonomik bütünleşme girişimlerinden biri olarak aynı zamanda bir istikrar ve barış alanını temsil etmektedir. Bu birliğin, belirli bir coğrafyayla sınırlanmayan küresel bir değer olabilmesine, Türkiye'nin üyeliğinin yapacağı katkılar açıktır. İki gün sonra, Türkiye'nin AB'ye üyelik için görüşmelere resmen başlaması öngörülmektedir. Görüşmelere başlanmasına bu kadar kısa bir süre kalmış olmasına karşın, kimi noktalardaki belirsizlik sürmektedir. Bu aşamaya gelmek kolay olmamıştır. Bundan sonrasının da kolay olmayacağını belirtmek gerekir.'' -EK KOŞULLAR...- Sezer, Türk ulusunun, AB yolunda ek koşullar dayatılmasını ve ülkesine karşı ayrımcılık yapılmasını kabul etmeyeceğinin altını çizerek, ''Bu konudaki yersiz duraksamaların ve kimi ülkelerdeki iç politika kaygılarından kaynaklanan yaklaşımların sona erdiğini görmek istiyoruz'' dedi. AB'nin kimi organlarında Türkiye'ye karşı sergilenen olumsuz duygular ve önyargılar sonucu alınan kararlardan üzüntü duymamanın olanaksız olduğunu ifade eden Sezer, şöyle konuştu: ''Ancak başlayan süreç, geri dönülmez bir aşamaya gelmiştir. Türkiye, AB'ye üye olmaya kararlıdır ve bu süreci, ulusal çıkarlarını ve ulusal onurunu koruyarak tamamlayacaktır. Bu sürecin geciktirilmesi, Türkiye'den çok Avrupa'nın kaybıdır. Çünkü Türkiye, ilerlemesini ve ulusunun yaşam kalitesini yükseltme ülküsünü, uygarlık ve çağdaşlık çizgileri içinde sürdürmeye kararlıdır. Ünlü bir yazar, 'Dünyadaki hiçbir güç, zamanı gelmiş bir düşünceden daha güçlü değildir' demişti. Şimdi, geniş ufuklu ve geniş ufuklara yürüyebilen bir Avrupa'nın zamanıdır. AB üyesi ülkelerin, bu gerçeği görerek davranmalarını bekliyoruz.'' -AB ÜLKELERİNE ÇAĞRI- Cumhurbaşkanı Sezer, tüm AB üyesi ülkelere çağrıda bulunarak, şöyle seslendi: ''Çağdaş ve evrensel değerleri esasen benimsemiş olan Türkiye, üyelik yolunda üzerine düşen sorumlulukları içtenlikle yerine getirmiştir. Avrupa'nın önüne önyargılardan oluşan bir duvar örmenin hiç kimseye yararı yoktur. Bizim önümüze konacak her yeni engel, gerçekte Avrupa'nın önünü kapayacak bir duvarın taşları olacaktır.'' HUKUK DEVLETİ VE YARGI BAĞIMSIZLIĞI- Sezer, Anayasa'nın 2. maddesinde, Cumhuriyet'in nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti ilkesinin, tüm çağdaş demokratik rejimlerin temel özelliklerinden biri olduğunu ifade ederek, sözlerini şöyle sürdürdü: ''Hukuk devleti, en kısa tanımıyla, yurttaşların hukuksal güvenlik içinde bulundukları, devletin eylem ve işlemlerinin hukuk kurallarına bağlı olduğu sistemi anlatır. Hukuk kurallarına bağlılığı sağlayacak düzenek ise devlet organlarının eylem ve işlemlerinin yargı denetimi altında bulunmasıdır. Hukuk devletinin en önemli öğelerinden biri, hiç kuşkusuz yargı bağımsızlığıdır. Yasama ve yürütme işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetleyecek yargı, bu organlar karşısında tam bağımsızlığa sahip değilse, yargı denetiminden beklenen yarar ortadan kalkacaktır. Bu da devlete olan güveni zedeleyecektir. Bu nedenle, yargı organlarının kuruluşu, çalışma ilkeleri, yargıçların seçimi ve özlük hakları konularında yargı bağımsızlığını gölgelemeyecek yöntemlerin yeğlenmesi hukuk devleti ilkesinin gereğidir. Anayasa'nın 140. maddesinde, 'Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre görev ifa ederler' denilmesine karşın, yargıç ve savcılar Adalet Bakanı'nın başkanlık yaptığı, siyasal iktidarca atanan Adalet Bakanlığı Müsteşarı'nın doğal üyesi olduğu Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun gözetim ve denetimi altındadırlar. Yargıç ve savcıların atanmaları, yükseltilmeleri, yer değiştirmeleri, disiplin ve özlük işleri, Yargıtay, Danıştay ve Uyuşmazlık Mahkemesi üyelerinin seçimi gibi önemli yetkilerle donatılmış Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu'nun oluşumunda Bakan'ın ve Müsteşar'ın yer alması, yargı bağımsızlığını, yargıç güvencesini, dolayısıyla hukuk devleti ilkesini zedelemektedir.'' Sezer, yargının iş yükünün kaldırılabilecek düzeyde tutulmasının, yasama ve yürütmenin eylem ve işlemlerinde hukuk kurallarına ve yargı kararlarına uygun davranmasıyla olanaklı olduğunu kaydetti. SİYASİ SORUMLULUK TARTIŞMALARI- Anayasa'nın 105. maddesinde, Bakanlar Kurulu kararları ile ortak kararlardan Başbakan ve ilgili bakanın sorumlu olacağı belirtildiğini anımsatan Sezer, şöyle konuştu: ''Burada sözü edilen siyasal sorumluluktur ve yürütme organının Bakanlar Kurulu kanadına yüklenmiştir. Devlet yönetiminde yetkili organların ve kişilerin sorumluluğu, siyasal sorumluluktan ibaret değildir; bunun çok ötesinde, önemi içeriğinden kaynaklanan toplumsal ve anayasal sorumlulukları vardır. Hukukun üstünlüğü, bir yandan hukukun genel ilkeleri, Anayasa ve yargı kararlarının bağlayıcı olduğu, öte yandan da yasama ve yürütmenin eylem ve işlemlerinin yargı denetimine bağlı bulunduğu düzenin adıdır. Anayasa'nın 11. maddesinde, Anayasa kurallarının, 138. maddesinde, yargı kararlarının, 153. maddesinde de Anayasa Mahkemesi kararlarının yasama, yürütme ve yargı organlarını, yönetimi, gerçek ve tüzel kişileri bağlayacağı vurgulanmıştır. Bu ilke ve kurallar, her yurttaşa, anayasal kurallarla oluşturulan devlet sistemini ve rejimini benimsemek, bu sistem ve rejime bağlı kalmak, onu korumak görevini, ödevini ve sorumluluğunu yüklemektedir. Bu, anayasal, toplumsal ve vicdani sorumluluk, siyasal sorumluluktan çok daha önemli sonuçlar doğurabilecek niteliktedir. Siyasal sorumluluğun sonucu olarak seçimde başarısız olan bir siyasal partinin, sonraki seçimleri kazanıp iktidara gelmesi olanaklıdır. Ne var ki rejimin zedelenmesi geri dönüşü olanaksız sonuçlar doğuracaktır. Bu nedenle, Cumhuriyeti koruma ve yaşatma sorumluluğu, tüm sorumluluklardan çok daha önemlidir.'' -''EKONOMİDE SEVİNDİRİCİ GELİŞMELER''- Sezer, Türkiye Cumhuriyeti'nin güçlü bir ekonomi ve demokrasi olarak, çağdaş dünyanın saygı duyulan, güvenilir üyelerinden biri durumuna gelmesinin temel amaca olduğunu ifade ederek, bu amaca ulaşılmasında büyümenin sürdürülebilir kılınması başta olmak üzere, ekonomik dengelerin kalıcılığının sağlanmasının belirleyici rol oynayacağını kaydetti. Son yıllarda Türkiye ekonomisinde sevindirici gelişmeler yaşandığını belirten Sezer, geçen yıl büyüme hızının yüzde 9,9'a ulaştığını, kişi başına düşen GSMH'nin 4 bin 172 dolara yükseldiğini, cari fiyatlarla ve satın alma gücü paritesine göre kişi başına GSYİH'nin ise 7 bin 687 dolar olarak hesaplandığını bildirdi. Cumhurbaşkanı Sezer, kronikleşen enflasyon olgusunun denetim altına alınmasında son yıllarda gözlenen olumlu gidişin, 2005 yılında da sürdüğünü belirterek, ancak işsizliğin önemli bir sorun olarak önceliğini koruduğunu söyledi. Sezer, istihdam olanaklarını artıracak ivedi önlemlerin alınmasının gerekli olduğunu vurguladı. -KAYIT DIŞI EKONOMİ- ''Kamuya kaynak sağlamak amacıyla özelleştirme uygulamalarına ağırlık verilirken, kaynak sağlamanın en önemli aracı olması gereken kayıt dışı ekonominin önlenmesi çabaları da artırılmalıdır'' diyen Sezer, cari işlemlerdeki açığın sürekli artması ve bunun hareket yeteneği yüksek fonlarla finansmanı, ekonomiyi denetim dışı riskler karşısında kırılgan duruma getirdiğini söyledi. Ekonomideki olası kırılganlığın nedenlerinden birinin de iç ve dış borçlar olduğunu ifade eden Sezer, borçlanma faizlerindeki düşüşün olumlu olmakla birlikte borç yükündeki genel artışın önüne geçilmesinin, ekonomik istikrarı kalıcı kılmak için zorunlu olduğunu kaydetti. -ÖZELLEŞTİRME POLİTİKALARI- Sezer, kamu mülkiyetinde bulunan işletme ve varlıkların özelleştirilmesinin, tüm ulusu yakından ilgilendiren bir konu olarak gündemdeki yerini koruduğunu belirterek, şöyle konuştu: ''Kuşkusuz her siyasal iktidar özelleştirme politikasını, ülke yararına ve hukuka uygun olmak koşuluyla, kendi önceliklerine göre belirleyecektir. Ancak, bu süreçte, özelleştirilen her işletme ve varlıkta tüm yurttaşların katkısı bulunduğu dikkate alınarak, kamuoyunun haklı duyarlılıkları üzerinde titizlikle durulmalı; ülke yararına uygun olmasına ve sosyal hukuk devleti niteliğinin zedelenmemesi için gereken önlemleri içermesine özen gösterilmelidir. Burada yeri gelmişken, ulusal kalkınma sürecinde tarihsel bir görevi yerine getiren kimi kuruluşlarımızın özelleştirilseler de ulusumuz için tarihten silinemeyecek kadar önemli ve değerli olduklarını anımsatmak istiyorum. Ülkenin içinde bulunduğu koşullar nedeniyle kimi stratejik kurum ve kuruluşların özelleştirilmesinde daha özenli hareket edilmesi, özelleştirmenin yabancılaştırmaya dönüşmemesi ve gerçek değer üzerinden yapılması, yeni teknoloji, yeni yatırım ve yeni istihdam olanakları yaratılması gerektiği açıktır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerindeki az gelişmişlik sorununun giderilmesine ilişkin gereklerin, alınan önlemlere karşın özel kesimce yerine getirilmemesi ya da yetersiz kalması durumunda devlete görev düşeceği unutulmamalıdır. Sonuçta hepimiz, Türkiye'nin tüm bireyleriyle mutlu, huzurlu, güçlü bir ülke olmasını amaçlıyoruz. Ekonomiyi, dengeleri oturmuş, istikrarlı bir yapıya kavuşturmadan, güven ortamını kalıcı kılmadan bu amaca ulaşılamayacağının bilincindeyiz. Türkiye, güçlü ekonomisiyle AB'nin vazgeçemeyeceği bir ülkedir. Böyle bir ekonomik yapıya sahip Türkiye'nin AB'ne güç katacağı açıktır. AB ülkelerinin bu durumu dikkate alacağını umuyoruz.'' Sezer, üzerinde özenle durulması gereken kimi sorunları bulunmakla birlikte, Türk ekonomisinin son yıllarda gösterdiği olumlu gelişmelerin sürmesini diledi.