BIST 10.051
DOLAR 40,05
EURO 46,96
ALTIN 4.231,38

Sayın Erdoğan Abarttı mı?

Sayın Erdoğan Abarttı mı?

Ortadoğu'da fitili ateşlenen bir savaş, sadece toprağa düşen bombalarla değil, dünya ekonomisinin kalbine düşen korku ve belirsizlikle de yankı buluyor. İsrail’in İran’a, İran’ın İsrail’e gönderdiği füzeler, sadece karşılıklı misilleme değil; aynı zamanda tüm küresel piyasaları altüst eden ekonomik şok dalgaları yaratıyor.

Piyasalarda yaşananlar ekonomik endişenin fragmanı gibiydi. Petrol fiyatı bir anda %6 arttı, 80 doların üzerine çıktı. Kriz dönemlerinde güvenli liman kabul edilen altın fırladı. Dolar da boş durmadı; 39.43 liraya kadar tırmandı, sonra kısmi bir geri çekilme yaşansa da piyasa diken üstünde kalmaya devam etti.

Ama esas büyük korku, İran’ın Hürmüz Boğazı’nı kapatma ihtimali. Küresel petrol arzının %20’si bu boğazdan geçiyor. Suudi Arabistan, BAE(Birleşik Arap Emirlikleri), İran gibi büyük petrol ihracatçılarının can damarı burası. Eğer burası kapanırsa, petrolün 120-130 dolara çıkması kaçınılmaz olur. Bu sadece benzin istasyonunda pahalı yakıt demek değil; tüm dünyada üretimin, taşımacılığın, gıdanın ve enerji maliyetlerinin patlaması anlamına geliyor. Kısacası, savaş sadece Ortadoğu’da değil, soframızda, cüzdanımızda, faturamızda hissedilecek. Var olan ekonomik zorluk daha da katmerlenecek.

Elbette bu ekonomik hasarın büyüklüğü, savaşın süresine ve kapsamına bağlı. Eğer çatışmalar planlandığı gibi 14 gün içinde sona ererse, füzelerin faturası yönetilebilir olur. Ama savaş derinleşirse, ekonomiye “yıkıcı” etki yapması kaçınılmaz hale gelir.

Hatırlar mısınız 1 Ekim’de Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan Meclis açılış konuşmasında “İsrail’in asıl hedefi Türkiye olabilir” dediğinde birçok kişi kulak asmadı, hatta durumun abarttıldını düşündüler. Ama bugün tablo ortada.

İsrail; Gazze’yi vurdu.
Lübnan’ı vurdu.
Suriye’yi vurdu.
Şimdi İran’ı vuruyor.
Sırada kim var? Hiç kimse "Erdoğan abarttı" diyemez.
Haksız mıymış Sayın Erdoğan.
Devlet yönetmek, sadece bugünü değil yarını da görebilmektir. Bir lider, dağın ardındaki tehdidi halk görmeden fark edebilen kişidir. Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan işte tam da bu noktada klasik siyasetçiden ayrılıyor..

Bölgedeki her bomba, Türkiye’nin güvenliğine, ekonomisine ve istikrarına doğrudan etki ediyor. Savaşın tam ortasında değiliz belki ama fırtınanın kıyısındayız. Ve dalgalar çoktan kıyıya vurmaya başladı.

Bu yüzden sadece dış politikaya değil, mutfak fiyatlarına, döviz kurlarına, akaryakıt zamlarına bakmak bile yeterli: Bu savaş hepimizi ilgilendiriyor.

İran-İsrail gerilimi artık sınırlı bir çatışma olmaktan çıktı; belli ki kuralı olan ama sınırı olmayan bir savaşa dönüştü. İlginç bir savaş denklemi oluşmuş durumda: Gündüz İsrail vuruyor, gece İran karşılık veriyor.

İsrail, ilk vuran olmanın avantajını elinde tutarak baskın stratejisi uyguluyor. İran ise savaş boyunca misilleme konseptine sadık kalıyor. Ama bu denklemde bir gariplik var: İran neden hep bekliyor?

1967’deki Altı Gün Savaşı’nı hatırlayalım. İsrail, Mısır’ın hava kuvvetlerini daha pistten kalkamadan yok ederek savaşı kazandı. Bu askeri tarih açısından çok net bir ders: “Baskın basanındır.” İran eğer bu dersin gereğini yerine getirirse, belki İsrail’i sahada durdurabilir. Fakat şu anda İsrail’in vurmasına izin veriyor, sonra füzelerini gönderiyor. Stratejik bir eksiklik mi, yoksa istihbarat zafiyeti mi?

Savaş; istihbarat masalarında, bilgisayar ekranlarında, ajanlar arasında da sürüyor. Bu çatışmalar, İsrail istihbaratının İran’ın kalbine sızdığını gösterdi. Devrim Muhafızları komutanlarının yerleri nokta atışıyla tespit edildi, İran Genelkurmay Başkanı hedef alındı.

Bunlar tesadüf değil.

İran eski Cumhurbaşkanı Ahmedinejad’ın şu itirafı bu durumu özetliyor:
“İsrail’e karşı koymak için kurduğumuz birimin başındaki kişinin Mossad ajanı olduğu ortaya çıktı.”

Ancak bu sadece İran’a özgü değil. İsrail, Türkiye’ye de sızmaya çalıştı. MOSSAD ajanları, Türk topraklarında faaliyet gösterirken MİT’in başarılı operasyonlarıyla yakalandı, yargıya teslim edildi. Türk istihbaratının bu başarısı, yalnızca casuslukla mücadele değil; aynı zamanda ulusal güvenliğin geleceğini koruma meselesidir.