BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70

Politika Merkezi ve politikaya güven

Değerli okurlar, Politika Merkezi'nin "2006 Mart'ında Türkiye ve Dünya" konulu konferansı Sayın 9.Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel tarafından verilmiştir. Ben ve Afyonkarahisar Milletvekili Dr. Mahmut Koçak sunuş konuşmalarını yaptık. Benim konuşmamı burada size sunuyorum.

***

Sayın Cumhurbaşkanım, değerli misafirlerimiz;

Üyesi olduğum ve toplantısının koordinatörlüğünü üstlendiğim Politika Merkezi, Türkiye’nin son yıllarda daha fazla ihtiyaç duyduğu çözüm ve politik alternatiflerini üretmeyi hedefleyen bir sivil toplum örgütüdür.

Yönetim Kurulu Başkanlığını Afyonkarahisar Milletvekili meslektaşım Dr. Mahmut Koçak’ın yaptığı dernekte değerli milletvekillerimizden Sayın Osman Nuri Filiz, Orhan Seyfi Terzibaşoğlu, Dr. Dursun Akdemir, Osman Kaptan yönetim kurulu üyeleri olarak yer almaktadır.

Derneğimiz yüksek düzeyde siyaset üretme ve üretilen siyaseti uygulayıcılarına iletme gibi bir misyonla kurulmuştur.

Derneğimiz onlarca seminer, konferans ve sempozyum yapmış, uluslar arası ilişkilerde devletimize  katkıda bulunmuştur.

Bu toplantının yapılmasında emeği geçen başta Sayın Başkan Dr. Mahmut Koçak’a yönetim kurulu üyelerine ve üyemiz Vedat Güler’e, sekreteryamıza özellikle teşekkür ederim.

Sayın Cumhurbaşkanım ve değerli konuklar,

Dünkü olaylardan sonra sizlere tasarladığım açış konuşmasında değişiklik yapmak zorunda kaldığımı ifade etmek isterim.

Son yıllardaki Nevruz kutlamaları, çapı, önemi ve boyutları bakımından en az 15 Ağustos 1984 tarihinde  Siirt’in Eruh ve Hakkari’nin  Şemdinli ilçelerindeki jandarma karakollarına eşzamanlı olarak  düzenlenen PKK baskınları kadar önemlidir. 

Bu baskınların ırkçı- silahlı başkaldırının başlangıcını teşkil ettiği zamanında kavranamamış, Türkiye bu gecikmenin bedelini ağır bir şekilde ödemişti.

Son olarak 21 Mart 2005-2006 Nevruz kutlamalarının mahiyetine ve Şemdinli olaylarına verilen tepkiler, tıpkı 15  Ağustos 1984’te meydana gelen elim baskınları olduğundan hafif göstermeye  yönelik basiretsizliğin bir benzeridir. 

Halbuki Etno-nasyonalist duygular bölge insanını mobilize etmekte,

Türkiye, adeta de facto olarak iki parçalı bir toplum görünümü vermektedir.

Şimdi Atatürk (Irkî olmayan Türk milliyetçiliği) milliyetçilerini uyarmak istiyorum…“Milliyetçilik yükseliyor” kavramı yanlıştır.

Büyük çoğunluk için yükselen çok daha yakıcı ve tehlikeli bir duygu olan bekâ korkusudur.

Bu, siyasetin, çok özel bir maharetle devreye sokulmasını gerektiren, eğer sokulmazsa sonuçları çok kötü bitebilecek kolektif farkındalığın başlangıcıdır.

Türk Milletinin bir parçası olarak bizler, bu gidişe kayıtsız kalamayız. Politika Merkezi olarak Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı ve refahı için, yeni bir yapılanmaya adım atmanın yollarını da tartışmaya açıyoruz.

İçine girdiğimiz Genelkurmay Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçim süreçleri, siyasi sistemimizdeki problemler yüzünden bu sıkıntıların daha da ağırlaşmasına yol açıyor.

Umutsuzluk, çaresizlik ve çıkışsızlık gibi negatif duyguların insanlarımızı pençesine alması kolaylaşıyor.

Gençlerimizin, kendilerine bu ülkede bir hayat kurabilecekleri doğrultusundaki inançlarını kaybettiklerine tanık oluyoruz.

Kısaca gençlerimiz, Türkiye’nin geleceğinden korkuyor.

Yani tam bir “Umutsuzluk Sendromu” yaşıyor.

Türkiye, şu anki görünümüyle, insanımız tarafından geleceği ellerinin arasından kayan bir ülke gibi algılanıyor.

Bütün anketlerde AB’yi isteyenlerin neden bu kadar çok yüksek oranda olmasının sırrı da burada değil mi?

Bizler, burada bulunanlar, hepimiz!

Kadim zamanlardan beri güneşin her gün yeni bir umutla ve yeni umutlara doğru doğduğu bu topraklarda,  eğer “Yeni Dünya Düzenini” tam olarak kavradığımızı söylerken dürüstsek; ve onun ışığında kendi gerçeklerimize dayanan “Yeni Türkiye Düzeni”ni kuracaksak; Neyi, nerede,  ne şekilde ve ne zaman yanlış yaptığımızı, yanlışlarımızın ardındaki saikleri yeniden düşünmeliyiz.

Ulaştığımız sonuçları ve fikirleri, hakikatlere kalbini en halisane duygularla açan insanımızla paylaşmalıyız.  Ancak, elbette, içinde bulunduğumuz noktada,

Çok iyi bildiğimiz ve farkında olduğumuz başka bir şey, insanımızın siyasi aktörlerden duyduğu hayalkırıklığıdır.

İnsanımız, yaşadığı büyük zorlukların siyaset adamları ve kurumları tarafından umursanmadığını, kaale alınmadığını düşünüyor.

“Beni seçimden seçime asla tutulmayacak sözlerle oyalanabilecek bir oy aracı olarak görüyorlar” duygusu bir taraftan insanımızın içini, öteki taraftan siyasete beslenmesi gereken güveni kemiriyor.  

Son dönemde yaşadıklarımız göstermiştir ki, siyasete güven duyulmuyorsa, siyaset ve siyasi projeler ne kadar mükemmel bir biçimde düşünülmüş olursa olsun, başarıya ulaşması da mümkün değildir.

Ancak siyasete ve siyasetçiye güvensizlik demokrasi olma iddiasındaki bir ülke için tam bir felakettir. Yaşanan “güven bunalımını” siyaseten çözüm arayanların dikkatine sunarım.


Gereğini saygılarımla arzederim.