Değerli okurlar, Politika Merkezi'nin "2006 Mart'ında Türkiye ve Dünya" konulu konferansı Sayın 9.Cumhurbaşkanımız Süleyman Demirel tarafından verilmiştir. Ben ve Afyonkarahisar Milletvekili Dr. Mahmut Koçak sunuş konuşmalarını yaptık. Benim konuşmamı burada size sunuyorum.
***
Sayın Cumhurbaşkanım, değerli
misafirlerimiz;
Üyesi olduğum ve toplantısının koordinatörlüğünü üstlendiğim
Politika Merkezi, Türkiyenin son yıllarda daha
fazla ihtiyaç duyduğu çözüm ve politik alternatiflerini üretmeyi
hedefleyen bir sivil toplum örgütüdür.
Yönetim Kurulu Başkanlığını Afyonkarahisar Milletvekili
meslektaşım Dr. Mahmut Koçakın yaptığı dernekte
değerli milletvekillerimizden Sayın Osman Nuri Filiz, Orhan
Seyfi Terzibaşoğlu, Dr. Dursun Akdemir, Osman Kaptan
yönetim kurulu üyeleri olarak yer almaktadır.
Derneğimiz yüksek düzeyde siyaset üretme ve üretilen siyaseti
uygulayıcılarına iletme gibi bir misyonla kurulmuştur.
Derneğimiz onlarca seminer, konferans ve sempozyum yapmış,
uluslar arası ilişkilerde devletimize katkıda
bulunmuştur.
Bu toplantının yapılmasında emeği geçen başta Sayın Başkan Dr. Mahmut Koçaka yönetim kurulu üyelerine ve üyemiz Vedat Gülere, sekreteryamıza özellikle teşekkür ederim.
Sayın Cumhurbaşkanım ve değerli konuklar,
Dünkü olaylardan sonra sizlere tasarladığım açış konuşmasında değişiklik yapmak zorunda kaldığımı ifade etmek isterim.
Son yıllardaki Nevruz kutlamaları, çapı, önemi
ve boyutları bakımından en az 15 Ağustos 1984 tarihinde
Siirtin Eruh ve Hakkarinin Şemdinli
ilçelerindeki jandarma karakollarına eşzamanlı olarak
düzenlenen PKK baskınları kadar
önemlidir.
Bu baskınların ırkçı- silahlı başkaldırının başlangıcını teşkil
ettiği zamanında kavranamamış, Türkiye bu
gecikmenin bedelini ağır bir şekilde ödemişti.
Son olarak 21 Mart 2005-2006 Nevruz kutlamalarının mahiyetine ve Şemdinli olaylarına verilen tepkiler, tıpkı 15 Ağustos 1984te meydana gelen elim baskınları olduğundan hafif göstermeye yönelik basiretsizliğin bir benzeridir.
Halbuki Etno-nasyonalist duygular bölge insanını mobilize etmekte,
Türkiye, adeta de facto olarak
iki parçalı bir toplum görünümü vermektedir.
Şimdi Atatürk (Irkî olmayan
Türk milliyetçiliği) milliyetçilerini uyarmak
istiyorum
Milliyetçilik yükseliyor kavramı
yanlıştır.
Büyük çoğunluk için yükselen çok daha yakıcı ve tehlikeli bir
duygu olan bekâ korkusudur.
Bu, siyasetin, çok özel bir maharetle devreye sokulmasını gerektiren, eğer sokulmazsa sonuçları çok kötü bitebilecek kolektif farkındalığın başlangıcıdır.
Türk Milletinin bir parçası olarak bizler, bu gidişe kayıtsız kalamayız. Politika Merkezi olarak Türkiye Cumhuriyetinin varlığı ve refahı için, yeni bir yapılanmaya adım atmanın yollarını da tartışmaya açıyoruz.
İçine girdiğimiz Genelkurmay Başkanlığı,
Cumhurbaşkanlığı ve Genel seçim süreçleri, siyasi
sistemimizdeki problemler yüzünden bu sıkıntıların daha da
ağırlaşmasına yol açıyor.
Umutsuzluk, çaresizlik ve çıkışsızlık gibi negatif duyguların
insanlarımızı pençesine alması kolaylaşıyor.
Gençlerimizin, kendilerine bu ülkede bir hayat kurabilecekleri doğrultusundaki inançlarını kaybettiklerine tanık oluyoruz.
Kısaca gençlerimiz, Türkiyenin geleceğinden korkuyor.
Yani tam bir Umutsuzluk Sendromu
yaşıyor.
Türkiye, şu anki görünümüyle, insanımız
tarafından geleceği ellerinin arasından kayan bir ülke gibi
algılanıyor.
Bütün anketlerde AByi isteyenlerin neden bu
kadar çok yüksek oranda olmasının sırrı da burada değil mi?
Bizler, burada bulunanlar, hepimiz!
Kadim zamanlardan beri güneşin her gün yeni bir umutla ve yeni umutlara doğru doğduğu bu topraklarda, eğer Yeni Dünya Düzenini tam olarak kavradığımızı söylerken dürüstsek; ve onun ışığında kendi gerçeklerimize dayanan Yeni Türkiye Düzenini kuracaksak; Neyi, nerede, ne şekilde ve ne zaman yanlış yaptığımızı, yanlışlarımızın ardındaki saikleri yeniden düşünmeliyiz.
Ulaştığımız sonuçları ve fikirleri, hakikatlere kalbini en
halisane duygularla açan insanımızla paylaşmalıyız. Ancak,
elbette, içinde bulunduğumuz noktada,
Çok iyi bildiğimiz ve farkında olduğumuz başka bir şey,
insanımızın siyasi aktörlerden duyduğu hayalkırıklığıdır.
İnsanımız, yaşadığı büyük zorlukların siyaset adamları ve kurumları tarafından umursanmadığını, kaale alınmadığını düşünüyor.
Beni seçimden seçime asla tutulmayacak sözlerle oyalanabilecek bir oy aracı olarak görüyorlar duygusu bir taraftan insanımızın içini, öteki taraftan siyasete beslenmesi gereken güveni kemiriyor.
Son dönemde yaşadıklarımız göstermiştir ki, siyasete güven duyulmuyorsa, siyaset ve siyasi projeler ne kadar mükemmel bir biçimde düşünülmüş olursa olsun, başarıya ulaşması da mümkün değildir.
Ancak siyasete ve siyasetçiye güvensizlik demokrasi olma iddiasındaki bir ülke için tam bir felakettir. Yaşanan güven bunalımını siyaseten çözüm arayanların dikkatine sunarım.
Gereğini saygılarımla arzederim.