BIST 10.277
DOLAR 32,34
EURO 34,81
ALTIN 2.393,53

PKK'nın yeni misyonu

Bizim bu ülkede ta başlangıçtan beri bir değil birçok sorunla karşı karşıya olduğumuz ve bu sorunları çözebilmek için de bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamamız gerektiği artık inkâr edilmez bir gerçektir.

Bizim bu ülkede ta başlangıçtan beri bir değil birçok sorunla karşı karşıya olduğumuz ve bu sorunları çözebilmek için de bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamamız gerektiği artık inkâr edilmez bir gerçektir. Bu sorunların en önemlisinin, kiminin Kürt, kiminin terör, kiminin de bölge sorunu dediği ve dolayısıyla hala tanımlamakta güçlük çektiğimiz sorun olduğu da muhakkaktır.

Aslında başka bir isimlendirmeye gerek olmaksızın, bir bölgenin bizzat devlet eliyle ihmal edilmesinin ve aynı bölgenin devletin resmi terminolojisinde sürgün ve mahrumiyet bölgesi olarak geçmesinin kendisi zaten bizatihi sorundur. Belki hala böyle değildir ama geçmişte bunun böyle olduğu ve bu durumun sorunun diğer ayakları için ana rahmi vazifesi gördüğü inkârı mümkün olmayan bir gerçekliktir.

Bunun yanında, devletin kimlik kavramını algılama biçimi ve kimliklere hayat alanı sağlanması konusunda ortaya koyduğu ve hatta anayasa hükmü haline getirdiği menfi uygulamalar da işin içine girince, gelişen zaman içinde sorun hem nitelik hem de nicelik olarak daha orijinal hale dönüşmüştür.

Devlet, sorunu tanımlama ve algılama noktasında, geçmişten beri öyle büyük bir tuzağın ve öyle büyük bir tezatlar manzumesinin içine düşürülmüştür ki, sorunu tanımlayamayan veya yanlış tanımlayan sorunu çözemez kaidesinin gereği olarak, bir dönem çözümü dahi düşünemez hale gelmiştir.

Bu tezatlar manzumesine bir örnek vermemiz gerekirse; düşünün ki, Hakkâri’de, Şırnak’ta, Diyarbakır’da yaşayan insanlar bu devlet için Türk’tür ama aynı insanların sınırın hemen güneyinde Erbil’de, Süleymaniye’de yaşayan amcaoğulları yine aynı devlet için Kürt’tür ve hatta tehdittir. Diyelim ki, bu tarafta yaşayanlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olduğu için Türk ise, yani vatandaşlığa dayalı hukuki ve siyasi bir Türklük tanımı yapılıyorsa, bu defa güneyin daha güneyinde mesela Musul ve Kerkük’te yaşayan ve Irak devletinin vatandaşı olan insanlara neye dayalı olarak Türk denildiği sorusu cevapsız kalmaktadır.

Eğer mevzuu sadece Türklük değilse, Bosna Hersek’teki Müslüman’ın hayret uyandıracak boyutta devletin ilgi alanı içinde olmasının (ki öyle olması gerekir) ama Halepçe’de katledilen Kürt’ün ilgi alanı içinde olmamasının anlaşılabilecek bir yönü yoktur.

Bizim bunlara vurgu yapmaktan maksadımız, kimin Türk kimin Kürt olduğunu sorgulamak veya hangi teorinin doğru olduğu hususunu tartışmaya açmak değildir. Biz bir tezada işaret ediyor, terör olgusuyla hiç ilgisi olmaksızın, devlet gibi devlet olma noktasında bu ülkenin birçok konuda açılıma, dönüşüme ve her şeyden önce bir zihniyet değişimine ihtiyacı olduğunu vurgulamaya çalışıyoruz.

Nihayetinde devlet ve daha doğrusu devletin kılcal damarlarındaki akıl ve feraset sahibi bir kadro, yine devletin içindeki bir başka misyonun ortaya koyduğu dirence rağmen, devleti dönüştürme ve onu tezatlarından kurtarma programını uygulamaya koymuştur. Daha doğrusu, 18 yaşındaki kızının başındaki örtüden, kendi ülkesindeki cem evinden, kendi vatandaşının ana dilinden ve kendi ülkesinin yerli ve milli kültür kodlarından korkan, komşuları ve hatta kendi vatandaşı ile sürekli kavgalı devlet vizyonu ile bu devleti yaşatmanın mümkün olmadığı görülmüştür.

Son günlerde artış gösteren terör olayları, birilerinin iddia ettiği gibi bu değişim ve dönüşüm çabasından veya bu değişim ve dönüşüm çabasındaki zaaflardan kaynaklanan olaylar değildir. Tam tersi, doğrudan doğruya bu çabalara engel olmaya ve bu süreçleri tıkamaya yöneliktir.

Bu güne kadar kendisini şu veya bu sorunun parçası olarak gösteren PKK, artık iddia ettiği şekliyle bir sorunun parçası olma vasfını tamamen yitirmiş, Kürtlerin büyük çoğunluğu ile rabıtasını kaybetmiş, içerde ve dışarıda yeni rabıtalar tesis etmiş olarak, ülkeyi kaos ortamına sürüklemekle vazifeli taşeron bir örgüt konumuna düşmüştür.

PKK, bundan sonraki süreçlerde Kürtlerle ilgili ideolojik bir argüman sunamayacaktır. Çünkü ortaya konan değişim ve dönüşüm çabası bu ideolojik argümanların neredeyse tamamını geçersiz kılmıştır. Dolayısıyla bu örgütün yapacağı tek şey, devleti ihya ve onu tezatlarından kurtarma çabası içine girmiş olanları zor duruma sokmak ve onların halk nezdinde itibarını düşürmek için, bazı merkezlerin isteği doğrultusunda eylemlerini artırmak, arada bir de Apo’nun konfor sorununu dile getirmek olacaktır.

PKK’nın, bu eylemleri çözümün bir parçası olmak için yaptığını zanneden ve gerekirse PKK’nın muhatap alınması suretiyle sorunun çözüme kavuşturulmasını isteyenler aldanmaktadır. Bunu dillendirenlerin çoğu da bilmektedir ki, bu ülkede PKK’yı veya Apo’yu doğrudan muhatap alarak sorun çözmeye kalkacak bir iradenin halk nezdinde ömrü sadece 24 saattir. Devlet gibi devlet olma yolunda ortaya konan yeni Türkiye vizyonu, bu yolla 24 saat içinde rafa kaldırılmış olacaktır. Ortaya çıkması muhtemel iç çatışma ortamı da bu işin cabasıdır.

PKK’nın yeni misyonu, işte bu yeni Türkiye vizyonunu rafa kaldırtmaktır. Bu vizyon bir kere rafa kalkarsa, korkarım ki onu bir daha raftan indirmek asla mümkün olmayacaktır…