BIST 9.203
DOLAR 39,67
EURO 45,78
ALTIN 4.297,26

PKK’nın Asıl Hesabı

Bu topraklar bin yıldır aynı sancaktan, aynı ezandan, aynı vatandan güç alarak ayakta kaldı. Fakat ne zaman birlik olduk, bir yerlerden çatlak sesler yükseldi. İşte PKK da bu çatlak seslerden biri olarak doğdu. Görünüşte “hak mücadelesi”, gerçekte ise bu milleti içeriden parçalamanın taşeronluğunu üstlenen bir proje...

Her şey bir fikirle başlar. Ama bazı fikirler vardır ki, doğarken umut vadeder; büyürken karanlık saçar. Türkiye’nin son 50 yılına damga vuran PKK da böyle bir fikirle doğdu: “Kürt halkını özgürleştirmek” iddiasıyla.

Gerçekten öyle mi oldu?

PKK, 1978 yılında küçük bir öğrenci grubunun içinde filizlendi. Marksist-Leninist ideolojiyi benimsemişlerdi. Abdullah Öcalan liderliğinde kurulan bu yapı, bir halkın kimliğini savunmakla kalmayacak, onu silahla yeniden inşa edecekti… Öyle umdular.

Kuruluş bildirilerinde “bağımsız ve birleşik Kürdistan” hayali vardı. Ancak Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü yapısında bu hayal baştan sorunluydu. Çünkü kimlik mücadelesi, eğer diğer kimlikleri bastırarak yürürse, adı artık özgürlük değil tahakküm olur.

PKK’nın yıllar içindeki pratiğine baktığımızda bu net biçimde görülüyor. Örgüt, önce devlete karşı savaştı. Ardından kendi halkını hizaya çekmeye başladı. Katılmayanı hain, karşı çıkanı hedef ilan etti. Sözüm ona Kürt halkı için yola çıkanlar,

En çok Kürt köylerini yaktı, En çok Kürt gencini dağa çıkardı, En çok Kürt annenin yüreğini yaktı. PKK'nın sorunu, bir kimliği savunmasından değil, bunu tek bir ideolojiye hapsederek yapmasındaydı. Oysa halklar, sadece etnik kimlikten ibaret değildir; fikirleri, inançları, yaşam biçimleriyle bütündür. Ve özgürlük, herkes için geçerliyse bir anlam taşır.

Bugün geriye dönüp baktığımızda, PKK’nın kuruluş amacıyla geldiği yer arasında büyük bir uçurum var. “Halkı kurtarmak” diyerek yola çıkan bir yapı, halkın iradesini gasp eden bir vesayete dönüştü.

Barış, susturulmuş bir halkın değil; konuşabilen, seçebilen, katılabilen bir halkın hakkıdır. Ve ne yazık ki PKK, bu hakkın önündeki en büyük engellerden biri haline geldi.

Tarih bize bir kez daha gösteriyor: İdeolojiler uğruna halklar feda edilmemeli. Gerçek özgürlük, ancak şiddeti reddederek mümkündür.

Bu millet; Türküyle, Kürdüyle, Arabıyla birdir, beraberdir. Bayrak birdir, vatan birdir, ezan birdir. PKK ise bu birliği bozmaya çalışan, dış güçlerin maşası olmaktan öteye geçemeyen bir yapı olarak tarihe geçti.

Bugün hala “PKK'nın amacı neydi?” diye soran varsa, cevabı nettir: Bu topraklarda bir fitne ateşi yakmak. Ama hamdolsun, milletin feraseti, devletin kararlılığı bu ateşi söndürdü ve söndürmeye devam ediyor.

Biz bir oldukça, aramıza nifak sokmak isteyenler yenilmeye mahkûmdur. Çünkü bu toprakların mayasında kardeşlik, harcında iman vardır. PKK gibi yapılar bunu anlamadığı sürece, hep kaybedeceklerdir. Formun Altı

Özenle, azimle, sabır ve kararlılıkla yürütülen siyasi ve askeri süreç Tüm Türkiye’ye hayırlı olsun. Emeği geçenler var olsun. Şehitlerimizin kabri nur olsun. Gazilerimiz için aydınlık yarınlar olsun.

Hindistan’ı İngilizler Boşayınca İsrail mi Nikah Kıydı?

Hindistan, 1947 yılına kadar Britanya İmparatorluğu’nun doğrudan sömürgesi olarak yönetildi. Bu dönemde İngilizler, ülkenin siyasi, ekonomik ve toplumsal yapısını derinlemesine etkiledi. Ancak 15 Ağustos 1947’de bağımsızlığını kazanan Hindistan, kısa sürede kendi rotasını çizen bir bölgesel güç haline geldi.

İngiliz yönetimi altında Hindistan, ekonomik olarak sömürüldü, demografik olarak parçalandı ve toplumsal yapısı ciddi biçimde değiştirildi. Böl-yönet stratejileriyle Hint alt kıtasında Hindu-Müslüman ayrımı derinleştirildi; bu da bağımsızlık sonrası Pakistan-Hindistan bölünmesine zemin hazırladı.

İngilizler Hindistan'dan çekildikten sonra kurulan yönetim, Nehru liderliğinde sosyalist temellere dayanan ve Bağlantısızlar Hareketi’ne öncülük eden bağımsız bir dış politika benimsedi.

Hindistan Başbakanı Narendra Modi, iktidara geldiği 2014 yılından bu yana İsrail ile ilişkileri daha açık ve sıcak bir biçimde sürdürdü. Modi, 2017 yılında İsrail’i ziyaret eden ilk Hint Başbakanı oldu.

“Hindistan artık İsrail’in kontrolünde” iddialarına karşılıkta; Hindistan, 1.4 milyarlık nüfusu, gelişen ekonomisi ve nükleer gücüyle kendi kararlarını veren büyük bir devlettir. İsrail ise bölgesel etkisi olan ama küresel bir hegemonya gücünden uzak küçük bir devlettir.

Bu tür yaklaşımlar, hem İsrail-Hindistan ilişkilerini anlamakta yetersiz kalır hem de Hindistan’ın bağımsızlık sonrası kazandığı egemenlik ve diplomatik manevra kabiliyetini küçümser.

Hindistan ne bir zamanlar olduğu gibi İngilizlerin boyunduruğunda, ne de şimdi İsrail’in kuklası konumundadır. Modern Hindistan, çok kutuplu bir dünya düzeninde kendi çıkarlarını gözeterek hareket eden, küresel dengeleri göz önünde bulunduran bağımsız bir aktördür.