Özlüyorum, halkın özgürlüğe uyanışını
Bazen klavyenin başına oturduğumda “Bugün ne
yazacağım?” diye düşünürüm.
Aklımdan onlarca konu geçer...
Ama yazmam...
Yazamam!
Sonra düşünürüm...
Neden? Neden bu yazmak istediğim konu hakkında
hasisiliğim.
Cevabım ise çok acıdır.
Çünkü artık ben özgür değilim.
Ya beni dinleyip anlamazlarsa.
O zaman kamuoyu denilen o değirmenin taşları arasına
atılırım.
“Olsun!” dediğinizi duyar gibiyim.
Bu dünyaya gelişimizin bir anlamı olmalı...
Tanrının huzurunda görevimiz doğruluk.
“Yaz gitsin, işin rast gitsin” arkadaş, insanlar
senin gibiler yüzünden eziliyor.
Birden en haklı olduğum zamanlarda bile, hem de yetim hakkı için
mücadele ederken tam iki kürek kemiğim arasında hissettiğim acı
gelir aklıma...
Ardından sorumluluklarım...
Ardından Ödemiş...
Günlük nafakamı kazanmışım, huzurlu...
Huzur içinde yatmışım yatağıma bir yerlerde yaşanan çirkin
gerçeklerden habersiz.
Günlük gazetelerimi okuyarak ve safça, ve mutluca inanarak onların
katıksız doğru yazdıklarına.
Kâh kızgın, kâh üzgün, kâh umutlu, kâh umutsuz uyumuşum,
ama derin derin.
İnanarak geleceğe...
Şimdi ise, “Ah!” diyorum, “Ah!”
ne güzeldi o saf günlerim.
Hastalarımla geçirdiğim dakikalar...
Ankara’yı, İstanbul’u,
gerçekleri öğrenmek bu kadar şart mıydı?
Şart mıydı haklı olduğunu görmek Komünistlerin
sömürü düzeni hakkındaki görüşlerinin...
Birden hatırlıyorum babamı...
"Tüccar Remzi Bey”i...
Özgürlüğümü...
Dağlarda yürüdüğümüzü onunla birlikte ciğerlerimiz
yanarcasına...
Hatırlıyorum, dedem “Pırasacı Mehmet”in çayırında
çardaktan yıldızları izlerken Allah’ın
sonsuzluğunu seyrettiğim geceleri...
Ve özlüyorum, sorumsuzca ve özgürlük duygularıyla
uyumamı...
Özlüyorum bir gün halkımın özgürlüğe uyanışını!...