Oğlum Öldü, Siz Kahvenizi Yudumlarken …
Benim oğlum açlıktan öldü.
Evet, açlıktan.
Yani bir şey yemediği için.
Yani bu yüzyılda, bu teknolojide, bu kadar konuşan dünyanın ortasında…
Açlıktan.
Susmadım.
Saklamadım.
Söylüyorum işte:
Benim oğlum öldü…
Ve siz, sadece izlediniz.
Ey dünya liderleri…
Ey ekran başında ağzı dolu “insanlık” diyerek konuşanlar…
Ey “endişeliyiz” deyip sonra bana bisade kahve diyenler…
Benim oğlum açlıktan öldü.
Siz o sırada ne yapıyordunuz?
Twitter'da bir şey mi paylaştınız?
Fransız kahvesiyle sabah mı yaptınız?
Yoksa "bu akşam hangi diziyi izlesem" mi dediniz?
Bay Trump
Senin roketlerinle vuruldu bizim fırın.
Ekmek almaya çıktığımız o yokuş, şimdi mezar oldu bize.
Sen "insan hakları" dedin.
Biz insan olmayı unuttuk.
Çocuğumun öldüğü çadırın üzerinde senin ülkenin gönderdiği tank geçti.
Ve sen hâlâ konuşuyorsun: "Ateşkes iyi olur."
Sus!
Oğlum artık seni duyamaz.
Bay Macron!
Sen Louvre'da sanat konuşurken
Ben çocuğumun kemiklerini battaniyeye sardım. Ne Eyfel Kulesi kaldı artık gözümde,
Ne de uygarlık dediğiniz o cafcaflı sahneler.
Benim uygarlığım, oğlumun tok gülüşüydü.
O da siz “tarafsız” kalınca gitti.
Ve sizler…
Sokakta gamsızca yürüyen, AVM’de görgüsüzce gezen, kollarını sarmış alışveriş paketleriyle yürümekte zorlanan rüküşler, bodrumda partileyenler, hangimizin yatı daha büyük diye yarışanlar ekran başında “kınıyorum” diyenler, açlıktan ölenlere inatmış gibi yediğini-içtiğini store-reels atanlar, korkudan Gazze- Katil yazamayanlar… Ey insanlar…
Benim oğlum açlıktan öldü.
Bir anne bunu söylemek zorunda kaldı.
Siz hâlâ o “her şey güzel olacak” hayalinde misiniz?
Benim sizlere inancım yok!
Birleşmiş Milletler mi?
Bize hiçbir şey birleştirmedi.
Bizim çadırlarımızı bile koruyamadı.
“Uluslararası hukuk” dediniz.
O da oğlumla birlikte gömüldü.
Ben artık hiçbir bildiriyi, hiçbir zirveyi, hiçbir açıklamayı okumuyorum.
Ben sadece oğlumun son sözünü hatırlıyorum:
“Anne... Çok açım… Cennette ekmek var mı?”
Ve evet, ben bağırıyorum şimdi:
Dünyanın en yüksek yerinden.
Tüm liderlerin kulağına girsin, vicdanı sızlasın diye bağırıyorum:
Benim çocuğum açlıktan öldü, siz ise doyumsuzluktan şiştiniz!
Güç dediniz, çıkar dediniz, petrol dediniz, strateji dediniz… Doymadınız
Oysa ben sadece çocuğumun doymasını istedim. Bir dilim ekmekle.
O kadar!
Ama onu bile çok gördünüz.
Beni dinlemeyin artık.
Oğlumun hayaletine kulak verin.
Geceleri yatağınıza uzandığınızda, o boş midenin sesini duyacaksınız.
Oğlumun aç karnı, sizin tok vicdanınızdan çok daha gerçekti.
Ve şimdi, onun sessiz çığlığı
Sizin bağırmayan insanlığınıza son sözünü söylüyor:
“Siz kaybettiniz!”