İtiraf ediyorum: Kendime oy vermedim!
Geçenlerde bir büyük gazetemizde inanılmaz bir haber yer
aldı:İzmir’de mahalli bir televizyonun muhabiri mizansen yaratmışve
bu gerçekmiş gibi haberlerde yayınlanmıştı. İki çapulcu kaza
nedeniyle yol kenarında polisi bekleyen bir hanımefendinin
çantasını kapıp kaçıyor, bu arada hanımefendi yerlerde
sürünüyordu.
İnanılmaz bir ahlaksızlık. Zaten tüm basın da bu olayı
lanetledi.
Fakat yetmez, hukuk devleti ve demokrasinin saygınlığı böyle
sorunların adaletin hızlı ve doğru işlemesi ile birebir
bağlantılıdır.
Bu da bizim hukukun üstünlüğünü ve demokrasiyi ne kadar şiddetle
talep ettiğimiz doğrudan ilgilidir.
Ve seçimlerdeki tavrımızlada tabii...
*****
Son seçimden bir gece önce düşündüm:
“Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, İdare et abi, su küçüğün, söz
büyüğün” deyişlerinin hakim olduğu topluma bir de “buna da şükür,
daha kötüsü de var” zihniyeti eklenince sonuç ortada idi: Bozuk
düzen.
Hangi birinden başlamalıydım ki?
Ağır işleyen adaletten mi?
Tartışmayı ve analitik düşünmeyi öğretemeyen eğitimden mi?
Sağlık, güvenlik, ekonomik refah seviyesi, insani kalkınma
indeksinden mi?
Hangisi beni daha çok kızdırıyordu?
Bizim ülkemizde, demokrasi ve hukukun üstünlüğüne talebin güçlü ve
samimi olduğunu söyleyebilecek var mıydı?
Demokrasiyi ne kadar özümsemiştik? Haklarımızın ne olduğunu biliyor
muyduk? Haklarımızı ve başkalarının haklarını aramada hassas
mıydık?
Ne yazık ki bu soruların cevabı kocaman bir “HAYIR” dan
ibaretti.
Hakkaniyeti savunmayan, haklarının takipçisi olmayan duyarsızlık
her alanda çarpıklıkların çanak yalayıcılarını güçlü kılmaktaydı
ama, duyarsız bir toplumun bundan şikayet etmeye hakkı yoktu.
Üretmeden yaşayarak devlet eliyle yaratılan faiz düzeni ve saadet
zincirine karşı çıksaydık iki ağır kriz yaşayacak mıydık?
Bu ülkede kimi yeteneksizler ve kimi diplomasızlar en iyi yerleri
işgal ederken hak edenler ekmeğe muhtaç yaşıyorlardı...
Büyük tantanalarla yakalanarak, devleti milyarlarca dolar zarara
uğratanlar tekrar siyaset ve devlet hayatımızı yönlendirirlerken,
sokaklarda aç, eğitimsiz gezenlere yukarıda anlattığım mizansenin
oyunculuğu kalıyordu.
Bizler “ipteki cambazı” seyrederken bazıları ceplerini, çuvallarını
dolduruyorlar, açlara ise çapulculuk ve kapkaççılık düşüyordu.
Erdem ve yaratıcılığa gelince sadece dört duvar arasına değil,
beyinlerin derinliklerine kadar hapsedilmişdi."
*****
Ve sonra aynaya baktım, kendime sordum: “Bu seçimde aday olduğun
için mutlu musun?” Cevap: “Hayır, çünkü üretemeyen siyasete kızgın
ve eleştiriler karşısında güçsüzüm.”
“Aday olmalı mıydın?” Cevap: “Hayır, hata ettim.”
“Bu seçimde aday olmasaydın başka kime oy verirdin?”
Cevap:”Hiçbirine.”
“Aday olurken gerçek olduğunu bildiğin ankette partinin oy oranı
yüzde kaçtı?” Cevap: “% 3,7”
“Peki neden adaylığı kabul ettin?” Cevap: “Ahlaki bir sorun.”
Ve itiraf ediyorum: Bu seçimde kendime bile oy vermedim, pusulayı
boş attım sandığa..
*****
Şimdi bana “neden boş oy kullandın?” dediğinizi duyar gibi oluyorum
ama, ben de kızgınlara dahildim ve boş oyların çok, katılımın az
olmasını istiyordum.
Halen de kızgınım!
Fakat sadece siyasetçilere değil, oy vermezsem değişen bir şey
olmaz diyerek aslında değişemeyenlere, değişimi engelleyenlere
kızıyorum…
Hastane kapılarında ezilip, mahkeme önlerinde sürünenlere rağmen,
milyonlar işsizken patronların eğlence yerlerinde boy göstermesine,
sonra da akıl vermelerine ifrit oluyorum.
Sivil toplum örgütlerinin yenilerini kurmayanlara, varolanlara
katılmayanlara, sivil toplum örgütü diye adlandırılan bazı
kurumların niçin siyah plakalı resmi arabaları olduğunu
sorgulamayanlara kızgınım!
Bu nedenle ben öncelikle bu seçimde oy kullanmayanların
sesiyim…
Katılımcı demokrasi ve hukukun üstünlüğünü şiddetle talep edenlerin
sesi.
İzmir'de filizlenen "Önce İzmir Hareketini" de bu yüzden
destekliyorum zaten...
Y.N:Bayramınızı kutlar, sağlık ve esenlikler dilerim.