BIST 10.919
DOLAR 42,52
EURO 49,61
ALTIN 5.769,66

İstikamet çizen bir devlet: Yeni Türkiye'nin liderlik vurgusu

Son yıllarda Türkiye'nin siyasal yönelimi ve liderlik biçimi üzerine yapılan tartışmalar, yalnızca iç politikada değil, küresel düzeyde de dikkat çekici bir dönüşüme işaret ediyor. Bu dönüşümün merkezinde ise Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan’ın temsil ettiği güçlü liderlik modeli yer alıyor. Bu model "millî devlet aklı" inşasını da beraberinde getirmiştir. Bu model sadece siyasal güce değil, aynı zamanda sosyolojik bir karşılığa dayanmaktadır.

Türkiye artık yalnızca "gelişmelere uyum sağlayan" değil, "gelişmelere yön veren" bir aktör durumunda. Sayın Erdoğan’ın dış politika söylemlerinde sıkça vurguladığı "dünya beşten büyüktür" çıkışıyla somutlaşırken, içeride de kendine has bir siyasal formasyon oluşmuştur.

Medeniyet odaklı liderlik modeli, Batı'nın kurumsal rasyonalizmi ile Doğu'nun tarihsel-devlet aklını birleştirmeye çalışan hibrit bir yapıya sahiptir. Yalnızca modern bürokratik devletin gerekliliklerini değil; aynı zamanda geleneği, kültürü, dini ve kolektif hafızayı da işin içine dahil eden bir yapıdan bahsediyorum.

Fârâbî’den Alparslan’a, Yavuz’dan Akif’e kadar uzanan bu çizgi, sadece geçmişe methiye dizen bir nostalji değil; bugünü inşa eden, yarını kuran bir yürüyüştür. Bu yürüyüşte liderlik, sadece teknokratik kapasiteyle değil, aynı zamanda tarihsel şuurla anlam kazandı.

Modern toplumlarda siyasetin sosyolojik karşılığı, aidiyet üretme kapasitesiyle ölçülür. Türkiye’de muhafazakâr ve milliyetçi toplum kesimleri, uzun yıllar boyunca merkezden dışlandı, temsiliyetten mahrum bırakıldı. Bugün ise bu kesimler, siyasal karar mekanizmalarına yön veren asli aktörler hâline geldi.

Bu bağlamda Erdoğan’ın liderliği, bu sosyolojik dönüşümün hem nedeni hem de sonucudur. Toplumun değerleriyle örtüşen, kültürel kodlarını tanıyan ve onlarla temas kurabilen bir siyasal iletişim biçimi söz konusudur.

Sayın Erdoğan’ın liderliği, yalnızca bir iktidar pratiği değil; bir anlam dünyasıdır. Bu anlam dünyası, geniş halk kesimlerinin tarihsel olarak dışlandığı siyasal ve kültürel alanlara dahil olma arzusuyla da örtüşmektedir. “Milletin adamı” söylemi, bu temsiliyet krizine bir yanıt niteliği taşımaktadır.

Bu noktada sosyolojik bir olgu olarak “aidiyet” duygusunun altını çizmek gerekir. Türkiye’de siyasal liderlik, yalnızca seçimi kazanmaktan ibaret değildir; aynı zamanda temsil ettiği kimlik gruplarına bir varlık alanı açma meselesidir. Sayın Erdoğan liderlik modelini, varlık alanını “yerli ve milli” söylemi üzerinden genişletmektedir.

Sıkça dillendirilen “medeniyet inşası” kavramı ise, aslında sadece kültürel bir proje değildir. Bu, aynı zamanda siyasal olanla kültürel olanın iç içe geçtiği, yeni bir kimlik inşası sürecidir. Batı merkezli modernleşme paradigmasına bir alternatif olarak, Anadolu merkezli bir tarihsel süreklilik tezi inşa edilmektedir.

Bu durum, Türkiye’nin uluslararası arenada daha bağımsız hareket etme isteğiyle paralel bir gelişme gösterir. Ancak içeride, bu medeniyet vurgusu farklı kimliklerin temsiline dair bir gerilim de doğurmaktadır. Zira "tekil bir medeniyet anlatısı", çoğul bir toplum yapısında kimi zaman dışlayıcı sonuçlar doğurabilir.

Bugün Türkiye, sadece politik düzlemde değil; sosyolojik olarak da bir eşikten geçmektedir. Liderlik, artık sadece politik kararlarla değil, toplumun derin katmanlarıyla kurduğu ilişki biçimiyle de tanımlanıyor. Sayın Erdoğan’ın temsil ettiği model, geniş kitlelerde büyük karşılık buluyor.

Bu modellemenin geleceği, bu toplumsal bağın nasıl sürdürüleceğine, aidiyet hissinin çoğulculukla ne kadar bağdaştırılabileceğine bağlıdır. Türkiye artık istikamet alan değil, istikamet çizen bir ülkedir. Ama bu istikametin sürdürülebilirliği, yalnızca siyasi güce değil; adalete, kapsayıcılığa ve toplumsal sözleşmeye bağlıdır.