BIST 10.371
DOLAR 40,32
EURO 46,83
ALTIN 4.332,93

"Güç Dengesinin Gölgesinde: ABD-İsrail-İran Gerilimi Realist Perspektiften Nasıl Okunmalı?"

Uluslararası politika, idealizmin değil, çıkarların alanıdır.
Realist teorinin kurucularından Hans Morgenthau’nun ifadesiyle: “Devletler, güç arayışında rasyonel aktörlerdir.”
İşte bu bağlamda İran-ABD-İsrail üçgeninde yaşanan son gelişmeleri, retoriklerin ötesinde, çıkarlar, tehditler ve güç dengeleri üzerinden okumak gerekir.
ABD'nin İran’a karşı izlediği politika, bölgesel bir denge stratejisinin parçasıdır.
Washington, 2003 Irak Savaşı sonrası, Orta Doğu’da tek bir güç boşluğu yarattı. Bu boşluğu en iyi değerlendiren aktör ise İran oldu.

*Irak’ta Şii milisler üzerinden,
*Suriye’de Esad rejimine destekle,
*Lübnan’da Hizbullah aracılığıyla,
*Yemen’de Husiler vasıtasıyla…

İran, vekil güçlerle asimetrik bir yayılma politikası izledi.
Bu, realist teoride “güç boşluğunun doldurulması” olarak tanımlanır.
ABD ve İsrail için bu durum kabul edilemezdir. Çünkü İran’ın bu şekilde bölgede “hegemonyaya meydan okuyan bir aktör” hâline gelmesi, çıkarlarına doğrudan tehdittir.
Bu nedenle uygulanan şey bir "savaş" değil, güç dengesi müdahalesidir.
Amaç İran'ı zayıflatmak değil, dengede tutmaktır.
Yani tırmandırılan her kriz, aslında bu dengenin yeniden kurulma çabasıdır.
ABD’nin nihai hedefi, İran’ın bölgesel nüfuzunu sınırlandırmak, nükleer kapasitesini durdurmak ve rejimi içerden çözülmeye zorlamaktır. Ancak bu hedeflerin hiçbiri, doğrudan rejim değişikliğini öngören bir işgal ya da topyekûn savaş planı içermemektedir. Bunun yerine tercih edilen yöntem: "baskı ile müzakereye mecbur bırakmak"tır.
Realist teoriye göre caydırıcılık, özellikle askeri olarak zayıf aktörlerin güçlü aktörleri dengeleme stratejisidir.
İran, Hürmüz Boğazı kozunu bu nedenle sürekli gündeme getiriyor.
Boğazın kapatılması, İran için “ölüm kalım” hamlesidir ama aynı zamanda en güçlü pazarlık aracıdır.

*Küresel enerji arzını tehdit ederek büyük güçleri tedirgin eder.
*Askerî değil, jeoekonomik caydırıcılık uygular.
*Hem ABD’ye hem de Çin gibi enerji bağımlısı ülkelere mesaj verir:
“Eğer sıkışırsam, hepiniz zarar görürsünüz.”

Realist açıdan bu tutum tamamen rasyoneldir.
Zira uluslararası sistemde zayıf devletlerin hayatta kalma stratejisi, asimetri yaratacak tehditleri kullanarak dengeyi sürdürmektir.
İran Parlamentosu’nun Hürmüz Boğazı’nı kapatma kararını onaylaması, fiili bir adım olmasa da son derece sembolik ve stratejik bir tehdittir.
Hürmüz Boğazı, günde yaklaşık 17-20 milyon varil petrolün geçtiği, dünya petrol arzının yaklaşık %20’sinin aktığı, enerji güvenliği açısından hayati bir chokepoint’tir.
Boğazın kapatılması durumunda:

*Brent petrol fiyatlarının 120-130 dolar seviyesine çıkması beklenmektedir.

*Bu durum özellikle Çin, Hindistan ve Avrupa gibi enerji ithalatçısı ekonomiler için ciddi bir resesyon riski doğurur.

*Aynı zamanda küresel navlun ve sigorta piyasalarında şok etkisi yaratır.

İran, bu kartı doğrudan kullanmayacak kadar rasyoneldir. Ancak bu tehdidi pazarlık masasında siyasi manivela olarak kullanmaya devam edecektir. İran için Hürmüz, nükleer bombadan daha etkili bir caydırıcıdır.
Bir realist için şu soru önemlidir:
Rusya ve Çin’den destek gelecek mi? Rusya ve Çin, İran’ın yanında görünmekte ama hiçbir askeri angajmana girmemektedir.
Çünkü realist mantık şunu gerektirir:
Ulusal çıkarın doğrudan tehdit altında olmadığı bir çatışmaya girilmez.

*Rusya, İran’ı ABD’ye karşı dengeleyici olarak kullanır ama açık çatışmaya girmez.

*Çin, İran’dan enerji alır ama küresel ticaretini riske atmaz.

Yani her iki aktör de ikili ilişkilerini maksimize etmeye çalışırken, minimum riskle hareket eder.
Bu da realizmin temel prensibi olan “kendi çıkarını maksimize et” kuralına tam anlamıyla uygundur.
Yani her iki ülke de İran’a jeopolitik anlamda “denge unsuru” olarak yatırım yapar, ancak bir çatışma senaryosunda fiili askerî destek sunmaları oldukça düşük bir olasılıktır.
Bu noktada İran’ın yalnızlığı, bölgesel stratejik manevra alanını daraltmakta, ülkeyi asimetriye ve vekil savaşlara yönlendirmektedir.

Donald Trump, klasik bir realizmin değil ama popülist realizmin temsilcisidir.
Onun için çıkarlar sadece jeopolitik değildir, iç politikadır.

*Seçim kazanmak, müzakere kazanmak kadar önemlidir.
*İran’la kriz tırmanırsa, sert bir lider gibi görünür.
*Ama sonunda anlaşma yaparsa, “tarihi zafer” ilan eder.

Bu bağlamda Trump’ın İran stratejisi, realizmin bir başka pratiğine işaret eder:
Önce krizi tırmandır, Sonra çözümle sahneye çık, güçlü lider imajı inşa et. Gücünü göster, pazarlık et.

Bu Durumda İran Krizi Ne Anlama Geliyor?

*Bu bir ideoloji savaşı değildir.
*Bu, güç dengesi arayışının yeni perdesidir.
*ABD ve İsrail için İran kontrolsüz bir güçtür, kontrol altına alınmalıdır.
*İran ise mevcut rejimin devamı için kriz üretmek zorundadır.
*Diğer büyük güçler Çin ve Rusya, çıkarları çerçevesinde pozisyon alır ama sıcak çatışmadan kaçınır.

Uluslararası ilişkilerde kalıcı dostluklar veya düşmanlıklar yoktur, sadece çıkarlar vardır.
Yeni dünya düzeni artık klasik savaşlarla değil; jeoekonomik tehditler, siyasi izolasyon ve medya üzerinden psikolojik savaşlarla kuruluyor.