BIST 9.203
DOLAR 39,67
EURO 45,78
ALTIN 4.297,26

Gazze Gerçeği ve İsrail’in Siyasi Çöküşü

Gazze’de yaşananlar, sadece bir savaşın değil, bir devlet aklının ve ideolojik kibrin çöküş hikâyesidir. İsrail’in yıllardır sürdürdüğü işgal ve abluka siyaseti, artık yalnızca Filistin halkını değil, bizzat kendi toplumunu da çıkmaza sürüklüyor. Bugün tanıklık ettiğimiz şey, askeri başarıyla örtülmeye çalışılan bir siyasi iflastır.

Sivillerin, özellikle de çocukların ve kadınların hedef alındığı saldırılar; Birleşmiş Milletler raporlarına, uluslararası insan hakları örgütlerinin belgelerine ve dünya medyasının görüntülerine konu oldukça, İsrail’in meşruiyet zemini her geçen gün eriyor. Ne stratejik açıklamalar ne de diplomatik manevralar, bu görüntülerin dünya vicdanında yarattığı infiali hafifletebiliyor.

Dikkat edin: Sadece halklar değil, artık devletler ve uluslararası kurumlar da bu duruma sessiz kalmıyor. Avrupa Parlamentosu’ndan çıkan kınama kararları, Latin Amerika’daki diplomatik kopuşlar, ABD içinde yükselen muhalif sesler… Bunlar sadece geçici diplomatik tepkiler değil; derin bir dönüşümün işaretleridir.

İsrail medyasında dahi "Netanyahu’nun sonu yaklaşıyor", "Savaş suçluları yargılanmalı", "İsrail yalnızlaşıyor" gibi başlıkların yer alması, içeride de sorgulamanın başladığını gösteriyor. Bu sadece bir hükümetin tükenişi değil; bir dönemin sonu.

Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Zira Gazze’deki adaletsizlik, küresel düzeyde ahlaki bir kırılmaya yol açtı. Ve bu kırılma, sessizliğe alışmış kitleleri bile harekete geçirdi. Üniversitelerde, sokaklarda, ekranlarda hatta dünya parlamentosunda insanlar açıkça konuşuyor: Savaş değil adalet, işgal değil özgürlük istiyoruz diyerek.

İsrail yönetimi çırpındıkça daha da dibe batıyor çünkü karşısında artık sadece Filistin değil; adalet isteyen, hesap soran, susmayan bir dünya var.


Ortadoğu’da Değişen Güç Dinamikleri: İsrail’in Krizi, Türkiye’nin Yükselen Rolü

Ortadoğu siyasetinde son dönemde gözlemlenen gelişmeler, bölgedeki güç dengelerinin yeniden şekillendiğini açıkça ortaya koyuyor. Özellikle İsrail'in Gazze'ye yönelik operasyonları sonrası uluslararası kamuoyunun verdiği tepkiler hem siyasi hem diplomatik düzeyde önemli kırılmalara işaret ediyor. Bu bağlamda, Türkiye’nin izlediği kararlı dış politika ve Batılı aktörlerin geleneksel pozisyonlarını gözden geçirmeleri, yeni bir jeopolitik sürecin habercisidir.

Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'ın Filistin meselesinde ortaya koyduğu net tutum, sadece İslam dünyasında değil, Batı’da da dikkat çekiyor. Türkiye’nin insani diplomasi çerçevesinde yürüttüğü temaslar, İsrail’in tek taraflı güvenlik eksenli politikasını dengeleyen bir paradigma sunuyor. Özellikle Erdoğan’ın, uluslararası hukuk ve insan hakları temelli söylemi, birçok ülkeye yeni bir diplomatik hareket alanı sağladı.

Bu değişim süreci yalnızca Türkiye'nin politikalarıyla sınırlı değil. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın Ortadoğu’ya dair geliştirdiği farklı diplomatik anlayış da bu tabloyu etkilemiştir. Trump yönetimi döneminde, İsrail ile ilişkiler sürerken, aynı zamanda Türkiye, Suudi Arabistan ve diğer bölgesel aktörlerle geliştirilen stratejik iş birlikleri, Tel Aviv’in bölgesel tek söz sahibi olma arzusunu törpülemiştir.

Günümüzde ise Avrupa ülkeleri Trump döneminden miras kalan bu stratejik açılımlardan esinlenerek daha bağımsız adımlar atıyor. İngiltere'nin İsrail ile serbest ticaret anlaşmasını askıya alması ve silah satışlarını durdurması, Fransa, Belçika ve Lüksemburg’un Filistin devletini tanımaya yönelmesi; bu yöndeki tutum değişikliğinin somut örnekleridir. Avrupa Birliği’nin İsrail ile Ortaklık Anlaşması’nı yeniden değerlendirme kararı, bu dönüşümün kurumsal boyuta taşındığını gösteriyor.

Bu süreç yalnızca Batı’nın İsrail’e bakışını değil, İsrail’in iç politikasını da derinden etkiliyor. İsrail'deki akademisyenler, sağlık çalışanları ve hatta pilotlar, hükümetin Gazze politikalarına karşı kamuoyunda daha açık bir duruş sergiliyor. Muhalefet lideri Yair Golan’ın sert açıklamaları, İsrail toplumunda yaşanan sorgulamanın bir yansımasıdır. Golan’ın “Irkçı Güney Afrika gibi dışlanacağız” “İsrail ordusu çocukları hobi olarak öldürüyor” uyarısı, yalnızca bir politik eleştiri değil; aynı zamanda jeopolitik bir alarmdır.

Tüm bu gelişmeler, İsrail’in yalnızca diplomatik değil, toplumsal ve ideolojik düzlemde de bir dönüşüm sürecine girdiğini gösteriyor. Bu dönüşüm, sadece İsrail’in değil; uluslararası düzenin, güç, adalet ve hukuk ilkeleri çerçevesinde yeniden tanımlanmasıyla ilgilidir.

Türkiye ve diğer bölgesel aktörlerin daha fazla sorumluluk üstlendiği, Batılı ülkelerin daha dengeli pozisyonlar aldığı bu yeni dönem; Filistin meselesinin çözümü için tarihsel bir fırsat olabilir. Ancak bu, sadece politik irade ile değil, toplumsal duyarlılık ve hukuki sorumluluk bilinciyle de mümkündür.

Yeni Ortadoğu inşa edilirken, meşruiyetin güçle değil, adaletle kurulduğunu hatırlamak her zamankinden daha önemlidir.