BIST 10.644
DOLAR 32,20
EURO 35,01
ALTIN 2.500,70
HABER /  GÜNCEL

Fatih Altaylı neden kırgın?

Kanal D'deki görevinden alındığını nasıl öğrendi. Aydın Doğan'la ilgili düşünceleri değişti mi? Bundan sonra Doğan Grubu ile ilgili bir şey yazar mı? İşte merak edilen her

Abone ol

Kısa bir süre önce, "Benim bu gruptan uzaklaşmamı zil takıp bekleyenler varsa da onlara kötü bir haberim var: Benim buradan gitmeye niyetim yok" diye yazmıştınız. Ancak çok geçmeden Hürriyet'ten ayrıldınız. Bu kararı almanızda neler etkili oldu?

Bunu, 20 Mayıs'ta yazdım fakat o saatten itibaren, Doğan Grubu'nda bazı gelişmeler olmaya başladı. Şunu söyleyeyim: Doğan Grubu'nda benim, Hürriyet ile ilgili hiçbir sorunum olmadı. Ancak Kanal D tarafında, kişiliğimle ilgili, kabul etmekte güçlük çekeceğim bazı yaklaşımlar ortaya çıktı ve haksızlığa uğradığımı düşündüm...

* "Haksızlık" derken, neyi ifade ediyorsunuz?

"Kanal D'deki görevimden alınış biçimim" dersem, her halde anlaşılır. Kanal D'de başarılı bir habercilik yapıyorduk. Kanal D Haber, Show TV'nin kendi yaptırdığı araştırmalarda bile, en saygın, en güvenilir haber bülteni çıkıyordu. Uzun yıllar birinciydik, sonra ikinciliğe düştük ama saygınlık çıtasını her zaman yüksek tuttuk. Kanalın geneline büyük katkı sağlıyor; kendi egolarımız için değil, Kanal D'nin bütünü için bir çaba sarf ediyorduk. Buna rağmen, patronajda belli değişiklikler oldu!.. Elbette değişiklikler olacaktır; ama hem benim, hem de yakın çalışma arkadaşlarımın, bunların yapılış biçiminden kaynaklanan rahatsızlıklarımız oldu.

* Sizi rencide mi ettiler?..

Beni rencide ettiler. Haksızlığa uğrattılar. Bana, haksız bir tavır aldılar. Şimdi, herkese karşı yapılan haksızlıklarla mücadele ederken, kendime yapılan haksızlığı sineye çekmem açıkçası kabul edilebilir değildi. Bu yapılanı, onuruma yediremedim!.. Doğan Grubu'nun üst düzey yönetimine, patronajına da yapılan bu haksızlığı ortadan kaldırmaları için bir süre tanımam gerekiyordu. Bu sürenin sonucunda eğer bir şey yapılmasaydı, ve eğer bana buranın kapıları açılmasaydı, açıkçası gazeteciliği bile bırakmayı düşünüyordum!.. Çünkü kendim ve arkadaşlarım açısından kabul edemeyeceğim şeyler oldu!.. Nihayetinde Doğan Grubu, bu haksızlığı ya da bu ayıbı telafi etme yoluna da gitmedi; ya da telafi ediş biçimleri, benim içimdeki kırgınlığı giderecek düzeyde olmadı. Belirtmek istiyorum, bunun kimsenin kabahati olduğunu ya da bana kötülük olsun diye yapıldığını da düşünmüyorum. İş yapma üslubu böyleydi ve ben, o iş yapma üslubunun karakterimle bağdaşmadığını düşündüm...

* "O iş yapma üslubu" diyorsunuz... Sizi ne rencide eder, adını koyar mısınız?

Yaptığınız bir iş var; onu, gayet güzel kotarıyorsunuz. Bunun iyi bir şekilde kotarıldığı hem kamuoyu yargısıyla, hem de şirketin mali tablolarıyla ortadayken, beni görevden alma kararı verildi. Bu kararın verilmesinde hiç mahsur yok! Çünkü benim çok sevdiğim bir görev de değildi bu!.. Aydın Bey, görevi bana ilk verdiğinde de, bu
görevi belli bir süre için kabul edeceğimi, çünkü asıl işimin televizyonculuk olmadığını ona söylemiştim.

* "Bir buçuk yaşında kızım var, acıyın!" demişsiniz...

Evet, aynen öyle dedim. Aydın Bey de, "Onlar kendi kendilerine de büyüyorlar" demişti. O gün de, " Beni görevden almaya karar verdiğiniz gün, ne olur bunu düzgün yapalım" da demişimdir. Zaman içinde olacakları görüyordum!.. Açıkçası bana ağır gelen, bununla ilgili kararı internet sitelerinden öğrenmek oldu.

* Size tebliğ edilmedi mi?

Hayır.

* Mehmet Ali Birand'ın Kanal D'nin yönetimine getirildiğini internet sitelerinden mi öğrendiniz!..

Mehmet Ali Birand'a anchormanlik teklifini ben yaptım. Arzuhan Yalçındağ ve Murat Saygı ile karar almıştık ve açıkça, "Gel ve bu haberi sun" dedim. Daha sonra Mehmet Ali Birand'ın ekstra talepleri oldu. Ben de o taleplerin ancak patron tarafından karşılanabileceğini, bu kararı patronun alması gerektiğini ve bunu patronla konuşması gerektiğini söyledim. Nitekim daha sonra patron bununla ilgili karar almış!.. Ama ben patronun bununla ilgili kararını bizzat patrondan duymak isterdim; internet sitelerinden değil!.. Ağırıma gitti açıkçası... Ayrıca bana, Mehmet Ali Birand'ın gelişiyle beraber önerilen görevin, içinin boş olduğunu gördüm. Çünkü eğer o görev gerçek görev olsaydı, o zaman ben onu internet sitelerinden öğrenmez ve bu kararın alınmasının bir parçası haline gelirdim.

* Size önerilen "içi boş" görev neydi?

Kanal D Haberlerden Sorumlu İcra Başkan Yardımcılığı idi. Mehmet Ali Birand bana bağlı olarak çalışıyordu. Ancak, bana bağlı olarak çalışacak bir adamın görevi ile ilgili gelişmelerden benim bihaber olmam, sadece kalbimi kırmamak için verilmiş bir görev olduğunu gösteriyor.

* Bu 'sözde terfii', geçmişte pek çok üst düzey yönetici yaşamıştır ve pek çoğu da kabullenmiştir!..

Bunu 65 yaşında olsam belki kabul ederdim; ama 42 yaşında kabul etmek hoşuma gitmedi. Hayatım boyunca başım dik dolaştım ve insanların gözlerinin içine baktım. Bunu kabul etseydim ne olurdu? Kanal D'den içi boş bir görev için yüksek maaş almaya devam edecektim. Ama Kanal D'de benden daha düşük maaş alan insanların bir kısmı, "Herife bak!.. Hiçbir şey yapmadan dolaşıyor, bizim iki mislimiz maaş alıyor." diyecekti. Bir başka grup ise diyecekti ki, "Ne şerefsizmiş!.. Elinden bütün yetkileri alındı, ağzını açmadı. Buralarda öyle dolaşıyor!.. " Ben, öyle bir insan değilim. Öncelikle Kanal D'den ayrılma kararı aldım. Ama bunun çok kolay olmadığını fark ettim. "Kanal D'den Hürriyet'e gideyim" dediğimde de başka gerginlikler yaşanmaya başlandı. Onların sonucunda, böyle bir tartışma ortamı ortasında kalmak istemedim. İkincisi, kendi geleceğimle ilgili kararları, ben kendim vermek isterim. Benim kariyerimle, benim geleceğimle, yarın benim ne olacağım, ya da ne olmayacağımla ilgili kararları başkasının eline bırakmam!..

* Ne zaman adam oluruz deyip, "Gerçekten ağır olan taşların her yerde ağır olduğunu anladığımız zaman!" diye yazdınız. Sizce Doğan Grubu içerisinde yeterince ağırlığınız yok muydu?

Vardı. Orada kalsaydım da ağırlığım olurdu.

* Bu gönderme neye binaen yapıldı?

Doğan Grubu'nda, bir günden bir güne, son yapılan işlemin yapılış biçimi hariç, kötü muameleye maruz kalmadım. Hürriyet'in 11. katında, Kanal D'de odam vardı. Radyolarda etkim vardı. Sınırsız sorumluluğum, sınırsız yetkim vardı. Her hangi bir sorunum yoktu. O yazının sebebi şu: Benim artık Doğan Grubu'ndan ayrılacağım konusunda net bir fikir oluşunca, Doğan Grubu'nun üst düzey yöneticilerinden bazıları, "Taş yerinde ağırdır" dediler. Kısaca, "Sen buradan gidersen etkin kalmaz!.. Aynı Fatih Altaylı olmazsın!" diyerek geçmişle ilgili de bazı örnekler verdiler ve "Bak bizden bu gitti, bu oldu... Şu gitti, oldu..." dediler. Ben de dedim ki, "O gidenler zaten bir şey değildi. Siz onları şişirmiş ve balon yapmıştınız!.. Ancak ben bir şeyim!.. Bir şey olduğuma inanıyorum. Benim gücüm sizden kaynaklanmıyor. Benim gücüm okurumdan ve tutumumdan, kişiliğimden, yazı yazma biçimimden, haberciliğimden kaynaklanıyor. Siz beni, şişirerek bu yere getirmediniz!" Bakın, ben Hürriyet'in en çok okunan yazarıydım!.. Hürriyet'te iken, Türkiye'nin en çok okunan yazarıydım!.. İnşallah burada da öyle olacağım...

* Ağır bir söz bu, öyle değil mi?

Tabii... Ben her yerde Fatih Altaylı'yım... Muhakkak ki gazetenin saygınlığı ve gazetenin etkinliği bunun üzerine bir pay katar. Ama ben Sabah'ın, Hürriyet'ten daha aşağı bir gazete olduğunu düşünmüyorum. Tam aksine!.. Şimdi benim çabam, Sabah'ın en az Hürriyet kadar, hatta Hürriyet'ten daha saygın bir gazete olması için kendi payıma düşen çabayı göstermek olacak!..

* Doğan Grubu'ndan, Ciner Grubu'na geçişiniz, "Yıllardır Sabah gazetesi ve Turgay Ciner ile didişen Fatih Altaylı, Sabah'a transfer oldu" şeklinde yankı buldu. Sabah gazetesi ve Ciner ile didişiyor muydunuz?

Hem doğru, hem yanlış. Sabah gazetesi ile değil; ama Sabah gazetesindeki yönetim anlayışıyla uzun süre didiştim. Haklılığımı da zaman ortaya çıkardı. Benim, Sabah ile ilgili ilk yazılarıma bakarsanız, Dinç Bilgin'in yaşam tarzına ilişkin yazılardı. Yatlar, kotralar, yüksek miktarda krediler... Ben, bunları eleştiren yazılar yazdım. Çünkü bunun, basın gibi bir sektörün patronajına yakışmadığını düşünüyor; saygınlığını zedeleyeceğine inanıyordum ve Sabah ile ilgili ilk yazılarımı, 1990'ların başlarında yazmaya başladım.

* O dönemde Hürriyet gazetesinde miydiniz?

Ben, daha Güneş gazetesindeyken Sabah gazetesi ile didişmeye başladım!.. Çünkü yapılanların yanlış olduğunu, Sabah gazetesinin yönetim anlayışının yanlış olduğunu, Dinç Bilgin'in tarzının doğru olmadığını düşünüyordum ve bunu uzun süre yazdım. Haklılığım da ortaya çıktı!.. Ne oldu?.. Sonunda Dinç Bilgin, Sabah gazetesini büyük borçlarla batırdı. Beraberinde de bankayı batırdı ve ortada, kamuya ödenmesi gereken yaklaşık 1 milyar dolar borç kaldı... Ardından bu borcun ödenmesi gerektiği konusunda onlarca, belki yüzlerce yazı yazdım. Medya patronu olmanın, kim olursa olsun, kamuya borçlu kalma gibi bir özgürlüğü gerektirmeyeceğini yazdım. Sonunda da, bu borçlar, şöyle ya da böyle ödendi.

* Peki gelelim Turgay Ciner'e!..

Benim Turgay Ciner'in aleyhinde ilk eleştirilerim, galiba 1997 yılında çıktı. O dönemde, Turgay Bey beni bir gün ofisine davet etti. Hürriyet'te çalışıyordum, kalktım ve gittim. "Burası muhasebe" dedi. "En güvendiğin adamlarını getir. İstediğini araştır. Eğer bir usulsüzlük bulursan, yazmaktan çekinme!.. Ancak ben, senin düşündüğün adam değilim" dedi. O dönem, hakikaten Ciner Grubu ile ilgili ciddi araştırmalar yaptım ve bir rezaletle karşılaşmadım. Daha sonra Turgay Ciner'in THY'nin bir bölümünü satın alması ile ilgili bir gelişme oldu. Ben, bunun da yanlış olduğunu belirten yazılar yazmaya başladım. O iş, zannediyorum, benim yazılarım sonucunda gerçekleşemedi. Tabii o ilk görüşmeden sonra aramızda bir dostluk oluşmuştu. Konuşuyorduk. Beni arıyordu, bir şey soracağım zaman da ben onu arıyordum. Ama aramızdaki diyaloğa rağmen, bunları yazdım diye, Turgay Bey bir gün bile beni arayıp da "Niye yazıyorsun?" demedi. Benim girişimlerim sonucunda, Türk Hava Yolları'nın iç hat uçuşlarıyla ilgili bir bölümünü Turgay Ciner ve ortaklarının alması engellenince Turgay Bey beni aradı, "Yanlış bir iş yaptın ve bana çok zarar verdin!.. Senin yüzünden, 25 milyon dolar para kaybettim!" dedi...

* Sonra?..

Diyaloğumuz yine de sürdü. Aradan bir süre geçti, kriz patladı ve Turgay Bey beni aradı. "Benim sana bir borcum var. Sana yemek ısmarlamak istiyorum!" dedi... Ben de, "Olur" dedim. Beraber bir yemek yedik. O yemekte, "Sen bana 25 milyon dolar zarar verdin! Ancak ben o gün, işe girseydim batmıştım. O işle ilgili riskler, eğer bu kriz ortamında karşıma çıksaydı, müthiş bir borç altına girecektim. Benim işimi engelledin ama aslında ticari hayatımı kurtardın. Teşekkür etmek istiyorum" dedi. O tarihten sonra da Turgay Bey'le dostluğumuz her zaman sürdü.

* Ciner, Sabah'a kiracı olduğunda tavrınız ne oldu?

Turgay Bey'e, "Bu parayla, kiracı olarak medya patronu olamazsınız. Burayı satın alın!" dedim. Fakat o dönem, satın almaya yanaşmadı. Anladığım kadarıyla, Sabah gazetesinin, sırtına büyük bir yük yükleyeceğini düşünüyordu. Hesapları, kitapları görmeden almak istemiyordu. Fakat benim, "Satın almalısınız" şeklinde ısrarlarım sürdü. Turgay Bey, sonunda, benim de hem TMSF tarafından, hem de Sabah tarafından zorlamam sonucunda 435 milyon dolar bir para ödeyerek Sabah Grubu'nu satın aldı.

* Satışta rolünüzün olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Yüzde 90 ihtimalle... Bunu, kendisi de söylüyor, Ahmet Ertürk de, "Sen olmasan bu iş olmazdı" diyor. İşte bu satın almanın gerçekleşmesinin ardından geldim, TMSF Başkanı ile beraber Turgay Bey'i Sabah gazetesinde ziyaret ettim. Hatta bana, "Sen TMSF'nin bir numaralı tahsilatçısı oldun" diye takıldı. İşte o anda itibaren, Turgay Ciner, benim için bir medya patronuydu!..

Peki Aydın Bey'in, ayrılmayı düşündüğünüzü söylediğinizde tepkisi ne oldu?

Veda etmeye gittiğimde Aydın Bey sordu: "Para mı aldın? Kaç para aldın? Ben de vereyim sana o parayı!" dedi. Oysa ben Turgay Bey ile bir tek kuruş para konuşmadım. Bir tek kuruş... Sadece Hürriyet'ten ve Kanal D'den aldığım maaşları söyledim ve "Beni büyük bir gelir kaybına uğratmazsanız sevinirim" dedim. Çünkü Turgay Bey'i, "Beni halen istiyor musunuz?" diye ben aradım. O beni arayıp da bir transfer teklifi yapmadı.

* Turgay Ciner ile iletişiminiz nasıl kuruldu?

İnternette "Fatih Altaylı gidiyor" gibi palavralar yayınlanırken, benim Turgay Bey ile ne görüşmüşlüğüm vardı, ne de gideceğim... Ben, sadece Doğan Grubu'nun bana karşı yaptığı haksızlığı telafi edecek bir adım atmasını bekliyordum. Bunun atılmayacağını öğrenince, yaklaşık 15-20 gün önce, Turgay Bey'i ben aradım ve "Halen beni istiyor musun?" diye sordum.

* Aydın Bey'e kırgın mısınız?

Hayır. Sonuçta bir şirket yönetme üslupları var ve o üslubu, Fatih Altaylı'nın keyfine göre belirlemek zorunda değiller. Ancak ben de onların keyfine göre hareket etmek zorunda değilim!.. O, öyle davranmayı tercih ediyor; ben de, böyle davranmayı tercih ediyorum. Bu, her hangi bir kırgınlık yaratacak bir durum değil. Aydın Bey, çok sevdiğim bir insandır. Bana, 12 yıl boyunca, çok iyi gazetecilik yapma imkânı sağladı. Ama sonuçta bir üslup farklılığı var. Severek ayrılmak gibi bir şey bu!.. Anlaşamıyoruz!.. Karı-koca anlaşamayabiliyor ve sonuçta ayrılıyor. Ne var ki, kavgalı olmaları gerekmiyor. Bir de bizim 12 sene boyunca Hürriyet'te yarattığımız bir şey var ve o da ortak çocuğumuz!...

* Bir röportaj sırasında, "Aydın Doğan'ın pisliklerini buldum da yazamadım diye bir şey söylemiyorum. Aydın Bey, bulduğunuzda yazın diyor. Ama ben biliyorum ki yazılamaz" demişsiniz...
Yazılamaz.

* Peki şimdi bulsanız yazar mısınız?

Aydın Bey'in, açıkçası, bugüne kadar hukuk dışı ya da etik dışı eylemine tanık olmadım ve rastlamadım. Hukuk içi olup eleştirilebilecekleri var mıdır? Muhakkak, her iş adamının olduğu gibi onun da vardır her halde!.. Ancak hukuk içidir; belki ticari etikle çok bağdaşmayabilir ama Hürriyet'te iken bunları kolay kolay yazamazsınız. Yazmazsınız!.. Her çalışan için de geçerlidir bu!.. Ama hakikaten çok büyük bir rezillik varsa, hakikaten bir şey biliyorsan zaten çalışmazsınız, çalışamazsın, çalıştırmazlar. Bir de bunlar ortaya çıkar!.. Türkiye'de bir tane medya grubu yok ki!.. Yeni Şafak var, Akit var, Zaman var, o var, bu var... Aydın Bey'le böyle bir şey olmadı. Umarım bundan sonra da olmaz. Çünkü ben, Aydın Bey'in, 12 senelik çalışma hayatımız boyunca, bir ayıbını görmedim. Meselâ bankacılık!.. Geçenlerde, bankayı benim sattırdığımı kendisi de söylemiş!.. Bankada kötü bir işlem olmadığını bildiğim halde, Aydın Bey'e her konuşmamızda, bankanın sırtımıza yük olduğunu belirterek, "Şu bankacılıktan çıkın" dedim defalarca!.. Ama bankada hortum yoktu! Yıllarca o banka ile ilgili akıl almaz laflar edildi, fakat en kısa sürede, en yüksek fiyata satılan Türk bankası oldu. Demek ki bunlar yalanmış!.. Hakikaten bir şeyini görmedim, umarım bundan sonra da görmem. Ancak görürsem yazarım. Keza Turgay Ciner!.. Turgay Ciner'in, bugün bir yanlışını görsem, yazarım. Yazamıyorsam da giderim. Allah'a bin şükür, artık bu işten kazandığım paraya her halde ihtiyacım yok!..

* Bunu hangi duygularla söylüyorsunuz?

En büyük isteğim, artık medya patronları medya gücüne dayanarak yanlış yapmasınlar. Dinç Bilgin örneği herkesin kulağına küpe olmalı!.. Aydın Bey'de bugüne kadar görmedim; umarım bundan sonra da görmem, ama görürsem yazarım. Yalnız bunu, Aydın Bey'in yanından ayrılan geçmişteki bazı yazarlar gibi, Aydın Bey'e bir kin duygusuyla, bir intikam duygusuyla söylemiyorum. Ne kinim var, ne intikam isteğim var. Yoğurt yeme stilimiz uyuşmadı ve ayrıldım. Ne öfkeliyim, ne de kızgınım!.. Kızımı beş yaşına kadar getirirken, Aydın Bey'den kazandığım parayı yedirdim!.. Tamamı da kuruşu kuruşuna hak edilmiş paradır. İçinde de her halde, haram lafını sevmem ama, haram para yoktur!..

Fatih Altaylı, 15 milyon dolar transfer ücreti aldığı yolundaki söylentileri yalanlıyor. Aksine, Sabah'a geçmekle, gelirlerinde azalma olduğunu söylüyor. Kanal 1 televizyonunda hisse aldığı ve Star TV, Turgay Ciner tarafından alındığı taktirde de hissedar olacağı yolundaki haberlerin doğru olmadığını da vurgulayan Altaylı, "Batılı şirketlerin hepsinde üst düzey yöneticiler için 'stock option' diye bir şey vardır. Bu hissedar olmak anlamına gelmiyor. Şirketteki yönetim süreci içinde, şirketin hisselerinin değer artışından dolayı bir pay almak anlamına geliyor!" diyor ve Turgay Ciner ile aralarında ancak bu doğrultuda bir konuşma geçtiğini anlatıyor. Altaylı, Sabah gazetesine geçişinin ardından yazılanlar içerisinde yegane doğrunun Turgay Ciner'in kendisine hediye ettiği Patek Philippe saat olduğunu, ancak onun da değerinin, yazıldığı gibi 110 bin Euro olmadığını söylüyor.

Altaylı, bu transferin Sabah'ı karıştıracağı şeklindeki haberleri, "Uyumlu bir adamım... Benimle çalışanlar beni severler... Dışarıdan baktığın zaman kötü suratlı, ters bir adam olarak algılanmama rağmen, öyle berbat bir adam değilimdir. Dolayısıyla Sabah'ı karıştırdığımı sanmıyorum" şeklinde cevaplıyor. Sabah'taki bir-iki isimle kavgalı olduğunu doğrulayan ama bu gerilimin kendisini pek etkilemeyeceği öngörüsünde bulunan Altaylı soruyor: "Peki Hürriyet'teki bazı isimlerle kavgalı değil miydim? Emin Çölaşan ile aram süper miydi? Birbirimize bayılıyor muyduk? Ahmet Hakan ile aşk mı yaşıyorduk?.. "

Söyleşi: İrem Barutçu
Kaynak: www.tercumangazete.com