BIST 10.083
DOLAR 32,46
EURO 34,73
ALTIN 2.423,56
HABER /  GÜNCEL

Dikkat, otobüste sosyolog var!

Üç yaşından beri İstanbul’da yaşayan Fatma Karabıyık kente dair gözlemlerini Otobüsname adlı kitapta topladı.

Abone ol

. İstanbul’u bir laboratuvara benzeten yazar, otobüs ve vapur yolculuklarında, sokaklarda ‘fark ettiği’ ayrıntıları bir sosyolog bakışı ve bir öykücü diliyle anlatıyor. Her dönemde yazar, şair ve sanatçılara ilham kaynağı olan bir şehir, İstanbul. Binlerce yıllık geçmişi ile adeta bir açık hava müzesi olan İstanbul, modern zamanlarda nüfusu 12 milyonu geçen bir metropole dönüşmenin getirdiği sorunların sancılarını yaşıyor. Sanatçıların ilham kaynağı olan şehir artık insanları, sokakları, Anadolu insanını çeken cazibesi ve çözümsüz hale gelmiş problemleri ile sosyal bilimciler için de, büyük ve zengin bir ‘açık laboratuvar’... Üç yaşından beri İstanbul’da yaşayan yazar ve sosyolog Dr. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, her daim yaşadığı ve dinlediği şehre dair gözlemlerini, ‘Otobüsname’ adlı kitabında bir araya getirdi. Timaş Yayınları arasından çıkan ‘Otobüsname’, bir sosyal bilimcinin yaşadıklarından, içinde yaşadığı ve kendisine çalışma alanı kıldığı topluma dair yaptığı gözlem ve yorumlardan oluşuyor. Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ile konuşmamız, kitabın ruhuna uygun olarak, Bostancı–Kadıköy arasında, kısa bir seyahatte ve bir taksinin içinde gerçekleşiyor. Şehirde dolaşırken, şehri konuşuyoruz. Barbarosoğlu, şehre alıcı gözle bakma meselesinin, kitap için planlanmadığını, bunun kendisi için yaradılıştan gelen ve çocukluktan bu yana devam eden bir özellik olduğunu söylüyor. Bakmak ile görmek, daha doğrusu fark edebilmek aynı şey değil ona göre. Barbarosoğlu, “Ben çocukluğumdan beri hep gözlemci bir yapıdaydım. Bunun üzerine aldığım eğitimi de ekleyince sürekli yaşadığım şehri yakından gözlemlemeye başladım. Bir nehrin içinde akıp gidiyoruz, bu hengamede olayları ve insanları biraz fark edelim diye gözlemlerimi kitap haline getirdim.” diyor. ‘Otobüsname’ yazılarının toplumsal hafızaya ve sokak hafızasına da katkı sağlayacağını belirten Barbarosoğlu, şöyle diyor: “Ben Ahmet Rasim’in satırlarında günlük hayata dair bir şeyler gördüğümde değişen hayata rağmen değişmeyen hayatın izini sürme imkanı buldum. Belki 2075’te, benim yazdıklarım da birileri için ayak izi olur diye düşündüm. Adı ‘otobüsname’ olmasa da sokak gözlemleri devam edecek. Benim edebî kimliğim de var. Sadece bir sosyal bilimci olsaydım belki bu işten sıkılabilirdim; ama edebî kimliğim sokak gözlemlerini benim için zevkli hale getiriyor.” Yazar, seyahate çok önem veriyor. Bunu, kitabındaki giriş yazısında da belirterek, her gezinin bir seyahat olamayacağını ifade ediyor.Yani turistik gezi ile seyahati birbirinden ayırt edebilmek gerekiyor. Bazen gözlemci bir bakışla yapılan şehiriçi bir tur dahi seyahat olabilirken, eğlence merkezli bir uluslararası dolaşım, seyahat kapsamına girmeyebiliyor. Barbarosoğlu, “Benim seyahatten anladığım idrak noktasının dorukta olduğu andır.” diyerek, bazen otobüste karşınızda oturan kişinin yüzündeki çizgilerden yola çıkarak yapacağınız bir yolculuğun bile seyahat olabileceğini söylüyor. “Toplum aslında çok da kötüye gitmiyor” Aslında Barbarosoğlu’nun günlük hayatta tanık oldukları, İstanbul’da yaşayan hemen herkesin yaşadığı ve gördüğü olaylar. Aradaki fark, bakmak ile görmek arasındaki fark gibi. Peki insanlar çevrelerine karşı nasıl bu kadar ilgisiz kalabiliyor? Ya da çevresini fark etmesi için bir insanın ille de sosyal bilimci mi olması gerekiyor? Barbarosoğlu kendi farkını öncelikle kamusal alanda yoğun bir mesaiye sahip olmaması ile açıklıyor. Bu durumun avantajı, kişiye kendi mesaisini belirleme imkânı tanıması. Barbarosoğlu, “Ben normalde insanların yaşadığı zamanın dışında başka bir zamanı yaşıyorum. Hıza takılmıyorum. Hayatımda yoğun hız varsa geri çekilip duruyorum; hız beni ürkütüyor; çünkü hızda idrak anı yok oluyor. Ben idrak anını yaşamak için de bedel ödüyorum.” diyor. Şehrin sokaklarında yapılmış bunca gözlemden sonra Barbarosoğlu’nun şehre ve olup bitene dair yorumları yer yer olumsuzluklar içerse de kötümser değil. Yazar, “Toplum kötüye falan gitmiyor. Ama rüzgar kötü. İnsanlar kötüye gitmiyor; ama kötü esen bir rüzgar var ve insanların sığınacakları yerler târumâr edilmiş. Rüzgar hep bizi şeytana doğru itiyor.” tespitini yapıyor. Barbarosoğlu, özellikle son 20 yıldır Türkiye’de toplumun sürekli eğlenceye alıştırılmak istendiğine söylüyor ve bir pagan kültürünün pohpohlandığına dikkat çekiyor. Sokakta kavga edenleri seyretmek iyiye işaret! Sokaklarda, toplu taşıma araçlarında dolaşan bir insanın sık sık şahit olduğu sahnelerden biri, kavga edenler ve bu kavganın seyircileri... Yaygın olarak ‘insanların şiddete şahit olmaktan zevk aldıkları’ düşünülen bu sokak manzarasına da, Barbarosoğlu oldukça farklı bir yorum getiriyor. Türk toplumunun halen gördüğü kötü bir olay karşısında orayı bırakıp gitmediğini, bir hadiste de belirtildiği gibi ‘eliyle ve diliyle müdahale edemese dahi kalbiyle buğzettiği’ tespitini yapıyor.

bus