BIST 10.677
DOLAR 32,22
EURO 35,00
ALTIN 2.443,41

Demokrasi olmazsa

Türkiye’de siyaset yapanlar en fazla demokrasinin azlığından yakınırlar. En fazla da “muhalif” duruş ve söyleme sahip olanlar…

AK Parti, tek başına Hükümet etme avantajına karşın, sistemle olan çatışmaları konusunda hep aynı durağa gelip park ediyor:

-Ülkede yeterli demokrasi yok!

Geçen gün Hadi Özışıkla birlikte Ankara’dan İstanbul’a dönerken uçakta AK Parti İstanbul İl Başkan Yardımcısı Alican Taşçı ile karşılaştık. Taşçı’dan seçim çalışmaları hakkında bilgi istedik. O da bütün samimiyetiyle anlattı.

-Bizden başka seçmenler giden parti yok. Mahallelerde dolaşıyoruz, ev sohbetlerine başladık. Fakat bu konuda çok yalnızız. Muhalefet mahalleye gelemedi daha!..

Taşçı hafiften dalgasını da geçiyordu:

-Muhalefet bizi sıkıştıracak ki, biz performansımızı arttıralım. Acaba daha ne yapabiliriz diye kendi kendimize soralım. Ama böyle bir şey yok. Muhalefetsizlikten yana dertliyiz!

Alican Taşçı “seçim çalışmaları sırasında 1 milyon kişinin elini sıkacağız” hedefini açıklarken, nasıl bir tempo tutturacaklarına da gösteriyordu.

Her şey iyi güzel…

Fakat son çözümlemede varılacak bir nokta var:

-Milletvekili aday listeleri hazırlanırken ne olacak?

Öyle ya, Meclis’te bulunanlar “biz var gücümüzle çalıştık, yeniden aday gösterilmek bizim hakkımız” diyecekler. Taşçı gibi elini taşın altına sokup, seçmenlerle yüz yüze çalışmakta olanlar da, sürekli “ağır işçi” olmaktan çıkıp “biraz de biz Ankara’yı görelim” deme hakkına sahipler.

Taşçı, “valla” dedi:

-Bir denge yapılacak herhalde. Listeler de yarı yarıya yenileme olmalı!

-Bu oranı kim saptayacak?

-Genel merkez tabii ki!..

-Niye partinin tabanı seçmiyor?

-O zaman da delegeye hakim olanlar bütün listeleri belirleyebilir. Partinin vitrini bambaşka olabilir. Partinin yüzü değişebilir.

Sisteme hakin olan görüş kaba hatlarıyla kendi muhalefetini de sarıp sarmalıyor, kendine benzetiyordu. İşte AK Parti, her şeyiyle sisteme karşı… Demokrasi azlığından yakınıyor. Halkın iradesinin sürekli olarak devre dışı bırakıldığından yakınıyor.

Ama iş kendi hakimiyet alanına gelince, bütün anti-demokratik yakınmalar bir anda bitiyor:

-Her şeyi tabana (yani halka) bırakılırsa o zaman işler rayından çıkabilir!

Tıpkı kendilerini “Türkiye’nin sahibi” gibi görenlerin yanına varıyorlar.

Demokrasi bizim ihtiyaçlarımızı karşılıyorsa yeterlidir!..

Eğer bizi aşacaksa o zaman tehlike vardır, önlenmelidir!

Türkiye’nin hücrelerinde olan demokrasisizlik, “muhalifin” bile damarlarında böylesine güçlüyse kaç seçim yaparsak yapalım, -çok partili ilk seçim- 1946’dan öteye geçemeyiz!

Bilindiği üzere 1946 seçimlerinin hileli olduğu bütün taraflarca kabul edilmişti.