BIST 9.525
DOLAR 32,60
EURO 34,77
ALTIN 2.496,86

Corona virüsünün anımsattığı kafatasçılık

Sorunlu kamu hafızasının nasıl oluştuğunun yani insanların salgınlarda neden hemen devletleri suçlama eğilimine sahip olduklarının hikayesi...

Bir süredir uzaktan seyrettiğimiz ve uzaklığın sağladığı konfor içerisinde ürettiğimiz teoriler bağlamında tartıştığımız COVID-19 (Corona) salgını, maalesef kapıya dayandı. İran’da görülen vakalar ve Van’daki korkutan tedirginlikten sonra Sağlık Bakanlığı İran sınırının geçici süre ile kapatıldığını duyurdu. Tehlike bu kadar yaklaşmışken bazı doktorların, “kelle paça yiyin, size bir şey olmaz” düzeyindeki televizyon şenlikleri paylaşıldı sosyal medyada.

COVID-19 vakasında piyasaya servis edilen teyit edilmemiş bilgilerden sonra komplo teorilerinin kaynaklarına inmiş, insanları bu teorilere inanmaya iten bir dizi sebep sıralamıştım. Bu sebeplerden birisinin de yöneticilere ve bilim insanlarına dair kuşkulu kamu hafızası olduğunu dile getirmiştim. Maalesef bilim insanları ve yönetici elit, zamanında ekonomik olarak dezavantajlı veya etnik aidiyetleri farklı gruplara bilimsel bir maske ile çeşitli kötülükler yapmıştı. Adının önünde Prof. Dr. yazan hekimlerin tüm dünyayı korkutan bir bulaşıcı hastalık ile ilgili önerebilecekleri "kelle paça" düzeyinde olunca vatandaşın komplo teorilerine inanmasını yadırgamamak lazım.

Ancak biz yine de bu sorunlu kamu hafızasının nasıl oluştuğunu yani insanların salgınlarda neden hemen devletleri suçlama eğilimine sahip olduklarını en baştan anlatalım…

 Genetik bilimi geliştikçe ve genetik özelliklerin ebeveynden yavrulara aktarımı öğrenildikçe, bitki ve hayvan ıslah etme (geliştirme) prensipleri de çalışılmaya, anlaşılmaya ve uygulanmaya başlandı. 19. yüzyılın sonu ve 20. yüzyılın başlarında yaşanan bu süreç, aynı zamanda batı dünyasında sömürge uygulamalarının zirve yaptığı, rekabetin de kızıştığı bir dönemdir. Klasik İngiliz, Fransız, İspanyol sömürgelerine modern Alman, İtalyan, Hollandalı güçlerin de katıldığı ve deyim yerindeyse dünyanın küresel olarak yağmalandığı bir dönemdir. Üstelik sömürgecilik yarışında geç kalmış Avrupalı ulusların daha barbar uygulamalarla açığı kapamaya çalıştığı bir düzlem. Maalesef bu barbarlığa eşlik eden yıkıcı bir ırkçılık, bilimsel bir kılığa büründürülmeye çalışılır.  

Tam bu zamanda İngiliz genetikçi Francis Galton’un fikirleri popüler olmaya başlar. Galton ırk kavramanı biyolojiye ve kan bağına indirger ve bunu da biyolojik olarak temellendirmeye çalışır. Bir dönem Türkiye’de de denen ve şimdilerde hakaret ve alay terimi olarak kullanılan “kafatasçılık” kavramının ortaya atar ve bunun için çeşitli aletler de geliştirir Galton.

Mark Twain “…seyahat, önyargı, bağnazlık ve dar görüşlülüğü öldürür; birçok insanın bu yüzden seyahat etmeye şiddetle ihtiyacı vardır…” der. Ancak Galton her seyahatinden -özellikle de Afrika seyahatinden- daha ırkçı bir şekilde döner. Irkçılığı her geçen gün daha da artar.

Galton, sistematize ettiği bu ırkçı fikirler etrafında insanları üstün ve aşağı olarak sınıflandırır. Galtona göre beyaz, zengin ve asil olan Anglosaksonlar üstün, -kendi içinde derecelenmekle beraber- geri kalan insanlar daha “aşağı(??)” seviyedeler. İnsanları bu şekilde sınıflandırmak, aşağı(?) olanların ayıklanması fikrini ortaya atmasına yardım eder. Bu amaçla yapılacak işleri sistematize  etmek için de Öjenik (Eugenics) terimini önerir. Eski Yunancada “güzel yaratma” anlamına gelen terim, insanların ırkının geliştirilmesi için “aşağı” görülenlerin zorunlu olarak kısırlaştırılmasını öngörür. Bu sayede aşağıların (?) ve tüm özelliklerinin toplumdan ayıklanacağına inanırlar. İsimlendirme için önerilen terim ve uygulamaları kabul görür.

Bu çabalarından dolayı da İngiliz elitlerinin ve kraliyet ailesinin beğenisini kazanan Galton’a bir yığın prestijli ödülün yanında şövalyelik unvanı da verilir. Galton’un önerisi dinlenirse fakir olanlar ile hastalar ve engellilerin üremesine engel olabileceklerine; bu sayede zeki, zengin, sağlıklı ve gelişmiş (İngiliz asilzadesi ve kraliyet mensubu seviyesinde) bir gelecek nesle sahip olacaklarına inanırlar.

Gerçi İngilizler Galton’un fikirlerini hiçbir zaman sistematik bir şekilde kendi toplumlarına uygulamadılar ama ironik bir şekilde yıllar sonra İngiliz Kraliyet Ailesinde artan genetik hastalıklar genetik araştırma konusu oldu. Modern genetikçiler, Avrupa kraliyet ailelerine mensup bireylerin uzun süredir birbirleri ile yaptıkları evliliklerin en nihayetinde akraba evlilikleri olduğu gerçeğini keşfettiler. Genetik hastalıkların bu akraba evlilikleri sonucu çok arttığını ve buna bir son verilmesi gerektiğini önerdiler. Bunun yolu da hanedandan olmayan hatta asilzade kabul edilmeyen kişilerle evlilik yapmaktı. Kendi nesillerini ıslah etmek adına bir zaman kısırlaştırmayı düşündükleri sıradan insanlar ile iki nesil evlenmek zorunda kaldılar ve bu evlilikleri sonraki nesillerde de tekrarlamak zorundalar.  

Galton’un fikirleri maalesef ölümünden sonra iki devlet tarafından sistematik olarak uygulamaya alındı. Bunlardan ilki ABD diğeri ise Nazi Almanyası. Naziler ile alakalı kısmı iyi bilinir de ABD’de bir süre devam eden bu uygulamalar maalesef pek bilinmez…

Bir sonraki yazıda somut uygulamalar ile devam edeceğiz..