BIST 10.793
DOLAR 32,22
EURO 34,83
ALTIN 2.416,58
HABER /  GÜNCEL

PKK'nın derdi Kürtler mi?

PKK'nın silahlı eyleme dönmesinin gerçek nedeni nedir? Ne istiyor PKK, Kürtler'in hakkını mı arıyor yoksa cezaevindeki APO'ya özgürlük mü? İşte merak edilen herşey.

Abone ol

Serbesti Dergisi Yazı İşleri Müdürü Ümit Fırat, PKK’nın yeniden silahlı mücadeleye dönmesi ve Kürt aydınlarını hedef seçmesini Aksiyon’a değerlendirdi. PKK’nın silahlı eyleme dönme amacının sadece “Öcalan’a özgürlük” sağlamak olduğunu belirten Fırat, silahlı mücadelenin Türkiye’ye de Kürtlere de zarar verdiği fikrini savunuyor.

Eski bir siyasetçi olan ve ‘Kürt aydını’ kimliği ile öne çıkan Fırat, Öcalan’ın tutuklu bulunduğu cezaevinde ‘görülmüştür’ imzalı bir savaş talimatı verdiğini ifade ediyor. Fırat, bu durumun AK Parti’yi zora sokmak ve AB reformlarını geriletmek isteyen ‘gizli güçlerin’ oyunu olduğunu ileri sürüyor.


Fırat, Kürt aydınlar ve halk arasında PKK muhaliflerinin arttığını, PKK’nın Hikmet Fidan cinayetinde olduğu gibi bu insanlara ‘gözdağı’ vermeye çalıştığını kaydediyor. Fırat, PKK karşıtı siyasi arayışların olduğunu, ama PKK’nın bulunduğu alanı kapsayacak silahsız siyasal hareketlerin zaman alacağını kaydediyor.

Röportaj: Erhan Başyurt - Haşim Söylemez
Kaynak: www.aksiyon.com.tr

-PKK öldürmek yoluyla, kendisine destek vermeyen Kürt aydınları sindirmek istiyor iddiası var. Katılıyor musunuz?

PKK ortaya çıktığı dönemde, kendine ilk eylem alanı olarak bu hususu seçti. Kendisinin dışındaki Kürt grupların üzerinde bir baskı oluşturdu. 1979-80 döneminde kendisi gibi düşünmeyen Kürtleri öldürdü. O dönemde kendisi ağır yaralanıp arkadaşı ölen birisi var: Ömer Ağaç. Türkiye Komünist Partisi’ndendi, hâlâ yaşıyor. Diyarbakır’da kitapçı dükkânı basılıp yanındaki arkadaşı öldürülmüştü. PKK’nın kendi içinde de bazı infazlar var.

-Ne tür infazlar bunlar?

Bazı eski PKK üyeleri internet sitelerinde ve mahkemelerdeki itiraflarında açıklıyorlar. Selim Çürükkaya’nın kitabı var, Şemdin Sakık’ın yazdıkları var. Yazdıkları yabana atılır şeyler değil. Bugün ikiside de PKK’ya düşmandır; ama iddialarını yabana atmak, söyledikleri her şey yalandır demek yanlış olur. Elbette bazı abartılı şeyler olabilir. O dönemde itirafçılar vardı, Şahin Dönmez böyle böyle iç infazlar oldu diye anlatıyordu. Benim 1989 yılında Bursa cezaevinden birlikte tahliye olduğum bir genç arkadaşım vardı; Dilaver Yıldırım. Dilaver’in askerlik sorunu olduğu için Avrupa’ya çıkmak istiyordu. Bunun hayatına mal olabileceğini söyleyerek ona karşı çıktım. Bir gün benden habersiz Bekaa’ya kaçmış. Selim Çürükkaya, Dilaver, Bekaa’da nasıl infaz edildiğini yazıyor. Buna benzer birçok infaz olayı var. İnsan hayatına yönelik tehdit bu hareketin gelişimi içerisinde, doğasında var.

-PKK’dan size yönelik tehdit de oldu mu hiç?

Evet. 1991’de ben ve arkadaşım Ahmet Okçuoğlu ölümle tehdit edildik. Bizleri ajan olarak nitelemişlerdi. Ya kararlarını değiştirdiler ya da denk getiremediler.

-Buradaki yaklaşım “Kürtlerin haklarını sadece PKK savunur, onun dışındaki örgütlerin yaşama hakkı yok.” şeklinde mi?

Aslında bu diktatörlüklere açık bütün örgütlerde var. Kendi dışındakileri istemiyorlar. ‘Tandoğan sendromu’ var. ‘Ne lazımsa biz yaparız’. Eğer Kürtler için aydın lazımsa ben tespit ederim, sinema gerekiyorsa ben çekerim. Kürtler için roman lazımsa ben yazarım. Öcalan’ın ‘aşk romanını ben yazacam, şiiri ben yazacam’ diye açıklamaları var. Bu Tandoğan sendromunun Kürt versiyonudur. 1990 döneminde bu bakımdan. Ahmed Arif’e, Yaşar Kemal’e, Yılmaz Güney’e, Cemal Süreya’ya hain dediler.

-Diyarbakır’da öldürülen Hikmet Fidan sizin arkadaşınız mıydı?

Benim özel bir dostluğum yok. Ama iyi tanıyorum. Bu, davadan döneni vur mantığıdır. Sadece faşist zihniyetlerde değil, komünist örgütlerde de var. Davadan dönen vurulur.

PKK, aydınları sindirmek istiyor

-Size göre de Hikmet Fidan’ı PKK mı öldürdü?

Bütün işaretler, örnekleriyle birlikte onu gösteriyor. PKK yöneticilerinden Mustafa Karasu yazısında, ‘Kürtler kimin cenazesine sahip çıkacağını bilir, hainlerin cenazesine sahip çıkılmaz’ gibi örtülü bir kabulde bulunuyor. Bütün ipuçları ve adresler o yöne gidiyor. O olmazsa da onların oluşturduğu bu imajı birileri kullanıyor.

-PKK muhalifi Kürt aydını kimliğinizden dolayı bugün yine hedef olma potansiyeli taşıdığınızı düşünüyor musunuz?

Sansasyon yapmak için daha büyük gürültüler, patırtılar koparmak için örgütlerin hareketleri var. Marksist ideolojinin bir versiyonunda ‘silahlı propaganda’ diye bir metot var. Ne büyük güç oldukları nı ve kendilerine itaat etmemenin nelere mal olacağını göstermeyi amaç edinen bir propaganda. Zaten öldürme eylemi sadece öldüreni cezalandırmak değil, diğerlerine ders verme amacı taşır. 4 milyon Sovyet yurttaşının Stalin tarafından öldürüldüğünü yazıyorlardı. Biraz iyimserler 2 milyon diyordu. Gorbaçov döneminde KGB belgelerinden 7,5 milyon Sovyet vatandaşının öldürüldüğü ortaya çıktı. Bu devirde insanlar eserlerini, şiirlerini gizledi. Daha sonraki yıllarda eserleri Batı’ya kaçırılan bu insanlar arasından Nobel alanlar oldu. Bu tip eylemler toplumu kısırlaştırıp verimsizleştiriyor. Kötüler örnek olur. İyilere yaşam hakkı tanınmaz. Amaç burada iyilerin susturulmasıdır. Böylesi bir ortamda pek çok Kürt arkadaşım geçmiş aylara nazaran daha az cesur olacaklartır. Bu insan psikolojisidir. Bu insanî bir şeydir.

-Bu psikolojiden dolayı sizin veriminizde de bir düşüş oldu mu?

Hayır. Ben hiçbir zaman kabadayılık yaparak, ‘vurun ulan vurun’ diye ortaya çıkmadım. Benim tarzım değil. Ama ben bugüne kadar ne yaptımsa, nerede kiminle görüştüm ise bu şekilde devam ettim ve edeceğim. Birkaç ay içerisinde birkaç örnekle bu olay artırılırsa birçok arkadaşımız zarar görecektir. Meslek örgütleri, aydınlar da susacaktır.

-Hikmet Fidan da bildiğimiz kadarıyla, ‘kabadayı bir tavır’ sergilemiyordu…

Evet. Burada önemli olan onun mevcut siyasete verdiği zarardır. Onu hesaba katmışlar. Örgüt içinde çok yüksek makamlara gelmiş birisi Fidan. Kısa bir zaman içinde İstanbul il başkanı oldu, İzmir il başkanı oldu. Genel başkan yardımcısı oldu. Parti içinde siyasi olarak güçlü bir konumdaydı. Kimi ilişkilerinde genel başkandan daha güçlüydü. Genel başkan bir eğreti olarak duruyordu. Fidan öyle değil, gelenekten gelen birisiydi. O bakımından örgüt içinde nüfuzlu bir arkadaştı. O camia içinde bazı insanlar artık daha az cesaretli olacak.

-Hikmet Fidan’ın ölümünü protesto eden bildiride sizin imzanız yoktu. Tercih etmediniz mi?

Metnin girişinde “Yaşamını Kürt halkının özgürlük ve demokrasi mücadelesine adayan” cümlesine karşı bir tavırdı benimkisi. O yaşamının çok önemli bir kısmını onu öldürmekle suçlanan yapının içinde geçirdi. Ben o geçmişe saygı duymadığımı göstermek için imza atmadım. Bile bile lades demek istemedim. Pek çok arkadaşım bunu düşünmedi. Ama ben olayı kınıyorum ve faillerin karşısındayım. Burada açıkça işlenmiş bir siyasi cinayet söz konusudur.

-PKK, silahlı eyleme dönmesine karşı çıkan Kürt aydınları hedef seçiyor. Peki, PKK neden 1 Haziran 2004’te silahlı eyleme başlama kararı verdi?

AK Parti hükümetinin seçim sonrasında iş başına gelmesiyle birlikte, Abdullah Öcalan’ın avukat görüşmelerinde ortaya çıkan bir durum var. Net olarak hükümet karşıtı bir tavır var. Genelkurmay’ı eleştirilerinin dışında tutan, ancak hükümeti hedef alan bir tavır. Sürekli olarak hükümet hedef alındı. Bana göre bu danışıklı bir durum. Çünkü, hükümetin yıpratılması için en uygun zemin terör ve silahlı ortamdır. Hiçbir hükümet buradan yararlı çıkmaz. Dolayısıyla güvenlik güçleri, terk etmek zorunda kaldıkları sivil, siyasi alanlara yeniden döner. Bunun örneklerini son dönem çıkışlarında görüyoruz.

-Peki ortada bir ateşkes mi vardı?

Hayır, ortada bir ateşkes filan yoktu. PKK, daha önce savaşın bittiğini, bir daha Türkiye’de silahlı eylem yapılmayacağını söylüyordu. Bu konuda açık ifadeler vardı. Bir grup insanı dağdan getirip teslim olmalarını istediler. Onlar Hakkari’de teslim olup Van DGM’de yargılandılar ve cezalarını çekip çıktılar bile. Bir grup Avrupa’dan gelip teslim oldu, bunların da birçoğunun cezası bitti. Silahlarıyla teslim olup beraat etmelerini kimse beklemiyordu. Yeniden silahlı mücadeleye dönmek için bu insana ne demek lazım. Şimdi de operasyon var diyorsun. Hatta operasyonu durdur diyorsun.

- ‘Operasyon dursun’ ile ne kastediliyor?

Bu, gerillalarımın bulunduğu bölgeyi tanı demek. Yani ben burada duracağım, sen de bana dokunma demek. Bunun açılımı budur. O zaman operasyon olur, sen oradaysan olur. Sen savaşı bitirdim diyorsun, sonra başlatıyorsun. Sonra ateşkesi bitirdim diyorsun, bu ateşkes olmaz ki. Sen savaşı başlatıp sonra barış çağrısı yapıyorsun, bu ne anlama geliyor. Kim kiminle barışacak. Onların barıştan anladıkları sadece Abdullah Öcalan’a özgürlüktür.

Mayınlar nasıl giriyor?

-Sadece “Öcalan’a özgürlük” için mi başladılar?

Türkiye özgürlükleri genişletiyor, imajını tazeliyor, yeni açılımlar geliştiriyor. Ama bunu birileri içten ve dıştan istemiyor. Şimdi mayınlar patlatılıyor. O yollara döşenen mayınlar insanların kucağında dağdaki patika yollardan sürüyerek veya takla attırarak getirilecek mayınlar değil. Bu mayınlar kucakta gelmiyor. Çok hassas ve öyle de küçük değiller. O zaman “Kim yapıyor?” sorusu sorulur. 5-6 ay önce Kara Kuvvetleri Komutanı “Türkiye’ye patlayıcı sokuluyor.” diye bir açıklama yaptı. Sokulurken bunlar görülmüyor mu? Peki bu nasıl içeri giriyor. C-4 patlayıcılar geliyor, kullanıldıktan sonra bakın biz söylemiştik deniyor. Sınır güvenliği diye bir şey var. Türkiye PKK’yı gerçekten bitirmek istiyor mu istemiyor mu diye sormak lazım.

-Size göre, PKK bitirilmek istenmiyor mu?

Bence pek çok ülkenin kendisine aradığı ancak bulamadığı bir düşman bulunmuştur. Soğuk Savaş sonrası düşman krizini bu şekilde aşmak ve militarist etkinliği sürdürmek mümkün olmuştur. Dikkat edin, Türkiye’de ordunun siyasetteki ağırlığı son aylarda yeniden arttı. Türkiye’de insanların geleceğe ilişkin 15 ay önce iyimser beklentileri muhafaza edilmiyor. Türkiye’nin uluslararası camiada yeri kötüye gitti. Türkiye’nin önünü açacak birtakım reformlar durdu.

-Peki bu çatışmanın bölge halkına bir yararı söz konusu mu?

Bu PKK’nın önderliğine yarar sağlamıştır, Türkiye’nin bir çatışma ortamına girmesinden dolayı yarar sağlayan bütün yapılar güçlenmektedir. Bu çatışmanın Kürtlere hiçbir yararı olmuyor. Bu Kürtlere dahi iyi bir yaşam sunma adına yapılmıyor. Kürtlerin daha büyük bir özgürlük ortamına kavuşacağı vaadinde bulunmuyor. 1999 ile 2004 arasında gittikçe genişleyen bir yaşama rahatlığı vardı. OHAL bitmişti, inşaatlar başlamıştı, turizm gelişmişti. Kürtler taleplerini, ihtiyaçlarını daha yüksek sesle ifade etmeye başladı. Bir şeyi reddetmenin karşılığı silah ve namlu göstermek değildir.

-Siz PKK’nın savaş kararıyla ilgili bir yazınızda “görülmüştür” tabirini kullanıyorsunuz. Yani, bir onay mı söz konusu?

Devletin görünen ve görülmeyen elemanları vardır. Görünenler işte bildiğimiz cumhurbaşkanı, başbakan, bakanlar gibi. Bir de görünmeyenler vardır. O devletin bilinmeyen elemanlarınca görülen bir şeydir. Bu tabiri askerî kültüre ve cezaevi kültürüne sahip birisi olarak iyi bilirim. Zübeyir Aydar, Kandil’de “görülmüştür” metnini okumuştur.

-Öcalan’ın bir mahkum olarak avukatları aracılığıyla ‘savaş talimatı’ vermesini nasıl yorumlamak lazım. Bu Türkiye’nin özgürlükler açısından çok ilerlediğinin göstergesi midir?

Hayır. Kapalı kapıların ardındaki kuvvetlerin güçlü olduğunun göstergesidir. Özgürlük değil. Özgürlüğü kısıtlamak isteyenlerin gücünün göstergesidir. Avukat görüşmelerinden anlıyoruz, Öcalan bütün dünyadan haberdar oluyor. Bir radyo aracılığıyla dünyadaki gelişmeleri, siyaseti takip ediyor. Bu nasıl sihirli bir radyo, nasıl güçlü bir radyo anlamak mümkün değil. Bütün olan biteni ona aktarıyor. Avukatlarına anlatırken radyoda dinlemiştim diyor. Bu ne biçim radyo, biz niye dinleyemiyoruz? O sihirli radyosu aracılığıyla olan bitenden haberdar oluyor ve siyasi kararlarını da uygun yerlere iletebiliyor!

-Avrupa Birliği reformları kapsamında birtakım haklar uygulanmaya başladı. Ancak, PKK’nın eylemi ‘bölünme’ korkusunu tetikleyeceği için bu haklar daha geriye gitmez mi?

Maoist bir tez var. Der ki, “Nerede zulüm varsa orada devrim olacaktır.” Yani bugün El Kaide’nin yaptığı da Batı dünyası ile İslam dünyasını birbirinden uzaklaştırmaktır. İngiltere’de yaşayan Müslümanların yüzde 60’ı İngiltere’yi terk etmek istiyormuş. Siz iki toplumu ne kadar birbirinden uzak tutarsanız, sizin de gerekliğiniz ve varlığınız o kadar önem taşır. Normal şartlarda özgürlüklerin yaşandığı bir dönemde sizin gizli bir örgütünüz olamaz, sizin bir askerî metodunuz olamaz. Ama kapalı bir ortamda, düşmanca bir ortamda varlığınız önem kazanıyor çünkü siz silahlı güçsünüz ve savaşıyorsunuz. “Kurt dumanlı havayı seviyor.” Bu dumanlı havayı, ondan medet umanlar oluşturuoyr. Şimdi her şey yeniden başlıyor, yollar kesiliyor, insanlar köylerinde taciz ediliyor. Yeniden tabutlar, yeniden cenazeler... Bu savaş kimseye yaramıyor, aslında PKK için günü kurtarma var ortada.

-PKK’nın yeniden silahlı mücadeleye dönmesi ile ilgili farklı tezler var. İran ve Suriye’nin istikrarsızlaştırılması için, PKK’nın bölgede barınmasına göz yumulduğu iddia ediliyor?

Elinde bir kart olarak da koruyabilir. Bölge devletleriyle bazı yaptırımlar ve pazarlıklar için böyle bir kozu rezervinde tutmuş olabilir. Ama bugün için en zayıf şıktır. Kaldı ki, şöyle bir durum da söz konusu. Amerika’nın PKK’ya saldırması, PKK’yı Amerika düşmanı olan El Kaide ile işbirliğine itebilir. Sonuçta aynı düşmana karşı ortak bir tavır oluşabilir. Bu çok uzak bir durum değil.

-Siz Kürt hareketine hakim birisisiniz, bölgeyi de iyi biliyorsunuz. Sizce bu gidişat nereye?

Bu çatışma tırmandırılırsa Türkiye’nin batıdaki platformlarda eli son derece zayıflar. Türkiye’nin üstüne gelirler. Bu da Kızıl Elmacılar, statükocular gibi yapıları güçlendirir. Dışarıdan sizin iyiliğiniz için tembih edilen şeyleri, bunların, içişlerine bir müdahale ve dayatma olarak göstermesi daha kolaylaşır. Türkiye aynı zamanda dışarıdan ‘fırça yer’ ve bu da milliyetçilik duygularını güçlendirir. Bu durum, reformcuların, özgürlükçülerin gerilemesine neden olacaktır.

-Kürtler açısından nasıl olur?

Kürtler açısından da son derece geriletici bir durum olur. Türkiye ne kadar kendi iç politikasından kopup uluslararası camiaya açılırsa, hak ve hukuka yönelirse bu durum Kürtler açısından iyileştirici bir etki oluşturur. Türkiye ne kadar içine kapanırsa bundan en büyük zararı yine Kürtler görür. Türkiye yeniden içine kapanırsa, o zaman Kürtler de başka arayışlara yönelecektir.

-Siz, PKK’nın Kürtleri artık temsil etmediğini söylüyorsunuz.

PKK’yı oluşturan bütün elemanlar Kürt sorununun neticesi sonucunda bir araya gelmişlerdir. Ama bence PKK bugün Kürt sorununu çözmek yerine iyice çetrefil hale sokmaktadır. Halen Kürtlerin önemli bir kısmını temsil ediyorsa bile, Hitler de destek görüyordu. Benimseniyor olması, o yapıyı temsil hakkını sağlamamalı.

-Leyla Zana farklı bir siyasi açılımla çıktı, ancak İmralı güdümünden sıyrılamadı. Peki sizin gibi düşünen insanların yeni bir hareket oluşturma durumu olabilir mi?

PKK’nın bu çatışmasından yararlı bir şey çıkmaz. Pek çok Kürt bu iş böyle gitmez demektedir. Ama PKK yine de önemli bir siyasi ağırlığa sahip. Bunu da kırmak kolay değil. Silahlı bir güç var, Kürtler gibi toplumlar bu silahlı güçlere karşı boyun eğer ve itaat ederler. Ve pek çok Kürt’ün yakını, kardeşi, ailesinden birisi bu savaşın mağduru olmuştur. Bu nedenle örgüte etik bir vefa vardır. Birdenbire karşı çıkmayı militan olarak ölen akrabasına saygısızlık olarak görüyor. Bir rehabilitasyon süreci vardır kopması için. Yeni çıkışların da devlet himayesinde olmaması lazım. Çünkü bu tekrar antipati uyandırır. İşi bozan veya yapan devlet olmamalıdır. O bakımdan bizim işimiz çok zor.

PKK’ya muhalefet büyüyor

-Peki siz, PKK’ya muhalif aydınlar ne yapıyorsunuz?

Biz o otoriteye boyun eğmemeye çalışıyoruz. Böyle düşünenlerin sayısı artıyor. Bir yerlere bir şeyler yazmaya çalışıyoruz. İnsanları doğru bilinçlendirmeye çalışıyoruz. Kendi aramızda toplantılar düzenliyor, neler yapabileceğimizi tartışıyoruz. Yüksek sesle onlardan değiliz dendiği zaman tehlikeli olsa da başkaları da bu sese kulak vermeye başladı ve veriyor. Ama siyasi olarak örgütlenmek çok kolay değil. Bunu deneyen arkadaşlarımız oldu, hâlâ denemek üzere yolda olan arkadaşlarımız var. Ama uygun bir desteği bulamıyorlar. Neticede sizin düşüncenizi dolduracağınız alan, yapmak istediklerinizi uygulamak istediğiniz alan PKK’nın bugün doldurduğu alandır. Yani ben AKP’ye ya da CHP’ye veya MHP’ye oy veren Kürtlerden çok, öbür tarafa oy veren Kürtlerin kazanılması gerektiği kanaatindeyim. Bunların bir biçimde o politikayı terk etmesi gerekiyor.

-PKK içinde bölünmeler olduğu söyleniyor, bu durum nasıl olur?

Kopmalar olur. Ve böyle de devam eder. Bu örgütü zayıflatır. Ama daha cazip bir alan, bir gelişme zaman alır. Kısa vadede Kürtlerin siyasi olarak PKK’yı aşıp kendileri için daha sağlıklı yapılar kuracağına ihtimal vermiyorum. Ama bu umutsuzluk değil. Bugün PKK’ya muhalefet eden insan sayısı, dünden çok daha fazla. Örgüt 2002 seçimlerinde tavan yaptı. ‘PKK borsası’ için tavandı bu. Ardından mahalli seçimlerde ciddi bir başarısızlık görüldü. Bundan sonra asla o ‘tavana’ ulaşamaz. Tabii, devlet yeni yanlışlıklar yapmazsa.

ÖCALAN’IN ‘HAiN’ SUÇLAMASI AHMED ARiF’i BiTiRDi


“Hasretinden Prangalar Eskittim” adlı şiir kitabıyla çok geniş kitlelere ulaşan ve şiirleri Ahmet Kaya tarafından bestelenen Ahmed Arif sizin dostunuzdu. PKK’nın ‘hain’ ilân etmesi onu etkiledi mi?

Ahmed Arif, 2 Haziran 1991’de öldü. O yaşarken şiddetli tehdit dalgası yoktu. Hatta şiirleri PKK yandaşları tarafından da büyük bir çoşku ile okunuyordu. Kalbim Dinamit Kuyusu şiirini 1973-74’te yayımlamıştı. Refik Durbaş ile bir röportaj sağladık. Refik Durbaş’ın röportajında bu şiirden dizeler alındı. 1990 yılıydı, PKK’ya çok yakın olduğunu bildiğim bir genç bana gelip bu şiiri bizim için mi yazdı diye sordu, ben hayır demiştim. Ama Abdullah Öcalan o röportajdan sonra Ahmed Arif’e tavır aldı. Ama onun yakını olarak çok iyi biliyorum. Son 5-6 ayında müthiş rahatsızdı ‘hain’ suçlamasına maruz kalmaktan. “Ya Ümit, ne istiyorlar benden?” diye soruyordu. “Bu da mı başıma gelecekti.” diyerek müthiş bir üzüntü yaşıyordu. Ölüm nedeni o mudur, değil midir bilemem ama morali müthiş bozulmuştu ve onun kahrı ile vefat etti. PKK’nın tavrı onu çok rahatsız etmişti. Benzer suçlamaya maruz kalan Cemal Süreya hiç alınmadı. Yılmaz Güney zaten ölmüştü. Yaşar Kemal de pek üzerine alınmadı. Daha sonra onlar Yaşar Kemal’i konuşmacı olarak davet ettiler, değişik platformlarda yer verdiler. Böylece o da unuttu gitti. Ahmed Arif çok duygusal olduğu için hiç unutmadı bunu.