BIST 8.718
DOLAR 32,34
EURO 35,19
ALTIN 2.248,49

“Biz Soğuktan donarsak, onlar açlıktan ölür..”

Dış Politikada “Petrol Silahına” Karşı “Gıda Silahı”

ABD, doların 1944 yılından beri tek ve mutlak değişim birimi olarak görüldüğü Bretton Woods Antlaşmasından 1971 yılında tek taraflı olarak çekilir ve doların altına sabitlendiği kurdan vazgeçerek dalgalı kura geçilir. Dolar oldukça değer kaybeder. Bu arada uluslararası petrol fiyatları dolara bağlı olduğundan, OPEC (Petrol İhraç Eden Ülkeler Birliği) ülkelerinin petrol satış gelirlerinde ciddi düşüşler olur ve durumdan rahatsız olurlar. Hatta İran Şahı Pehlevi, o dönem New York Times’a verdiği demeçte petrol fiyatlarının artması ihtiyacından, hatta 10 kat yükselmesi gerektiğinden dem vurur.

Bu genel rahatsızlığın üstüne Yom Kipur savaşı olarak da bilinen 1973 Arap-İsrail savaşı başlamıştır. Savaşta, çoğu petrol tüketiminde üst sıralarda olan ABD, İngiltere, Kanada, Japonya ve Hollanda gibi ülkelerin İsrail’e destek vermesi bardağı taşıran son damla olmuştur. OPEC’in Arap üyeleri ile Mısır ve Suriye’den oluşan ülkeler petrolü dış politikada bir silah olarak kullanmaya karar verirler. Yukarıda sayılan ülkelere petrol satışına ambargo getirdiklerini duyururlar.  Ambargo ile beraber dünyada petrol krizi baş gösterir ve petrol fiyatlarında yükselme başlar. Yaklaşık 3 dolar civarında olan ham petrolün varil fiyatı, ambargonun sona erdiği Mart 1974’de 12 dolara kadar tırmanmıştır. Özellikle ısınmada yakıt olarak kullanılan petrol fiyatlarındaki artış ile beraber çetin kış koşulları da sosyal ve ekonomik zorluklara sebep olur.  Petrol ambargosu etkili olunca, hem NATO üyeleri arasında hem de İsrail’i destekleyen blok içerisinde çatlaklar oluşur. Japonya ve bazı Avrupa ülkeleri boykottan daha fazla etkilenmemek adına dış politikalarında değişime giderler. Hatta ABD İsrail’i Sina yarımadasından tamamıyla ve Golan tepelerinden kısmen çekilmeye zorlar.

Dış politikada beklenen etkiyi hızla gösterdiği görülen bu ambargoya daha sonra “petrol silahı” adı verilmiştir. Batılı ülkeler bu ambargodan sonra enerji güvenliğini merkeze alan bir dizi politika geliştirerek bu olayın tekrarlanmaması için uğraştılar. Ancak, alternatif petrol kaynakları (Kuzey denizi petrol rezervleri, Alaska, Nijerya, Venezuela) bulunmasına karşın, Ortadoğu petrol rezervleri küresel piyasada önemini korumaya devam etti. İran devriminde petrol arzında oluşan sıkıntılardan dolayı 1979 yılında ikinci bir kriz daha yaşandı. Yani Ortadoğu hala enerji güvenliği için özel bir bölgedir. Asıl soru şu: Petrol ihraç eden Arap ülkeleri “petrol silahını” yeniden dış politikada kullanabilirler mi?

Cevap kesinlikle hayır. Petrol silahının kullanıldığı dönemde batı dünyası, petrol silahını kolaylıkla bertaraf edecek başka bir dış politika silahını hatırlamıştı: “gıda silahı”.  Çünkü petrolü olanların kendilerini doyuracak ve bunu sürdürülebilir bir şekilde devam ettirecek coğrafik imkânları da, tarımsal altyapıları da yoktu. Batının bunu keşfetmesi uzun sürmedi. Napolyon’un “Bir ordu midesi üzerinden hareket eder” sözü ile klişeleşmiş bir gerçeklik, en net 2. Dünya savaşında müşahede edilmişti. 

Savaşlarda düşmanın gıdaya ulaşımı hedeflenmişti. Hatta bu yüzden 2. Dünya savaşına gıda savaşı demek de mümkün..Nazilerin yeni geliştirdiği denizaltılardan olan u-botlar ile İngiltere’ye giden gıda gemileri batırılmış ve açlık ile İngiltere’nin yıkımı hedeflenmişti. Çünkü o dönemde Almanlar, İngiltere’nin kendi topraklarından ancak ihtiyaç duydukları gıdanın yarısını üretebildiklerini analiz etmişlerdi. Eğer dışarıdan gıda girişine engel olabilirlerse, İngiltere’yi teslim alacaklarını öngörüyorlardı. Sovyetleri çökertmek için de Hitler, buğday ambarı olarak bilinen Ukrayna’yı işgal etmişti ilkin. İşgal edilen tüm bölgelerde gıdanın topluma değil Nazilere verilmesi talep ediliyor ve bu sayede kıtlıklar oluşturuluyordu. Ve tüm bunlar planlı bir stratejinin (Der Hungerplan ya da Der Backe-Plan) ürünüydü.

Arap petrol ambargosunun etkilediği batı dünyasının yaygın sloganı artık “Biz soğuktan donarsak, onlar açlıktan ölür” olmuştu ve bu karşı tehdit, en üst perdeden, Dönemin ABD Dışişleri  Bakanı Henry Kissinger tarafından 21 Kasım 1974’de dile getirilmişti. Yani petrolde vanayı elinde tutanlar, bu vanayı bir daha politik silah olarak kullanmamaları için gıda ambarlarının sahipleri tarafından net bir şekilde uyarılmışlardı. Kısaca, petrolleri vardı ama yemek için bu petrolü satmaya mecburdular. Bu durum hala da değişmiş değil.

En son Rusya ile yaşanan uçak düşürme krizi sonrası Türkiye’ye uygulanan gıda ambargosunda da gördüğümüz gibi gıda silahı, dış politikada hala oldukça etkin bir silah. Dünyanın en sanayileşmiş ülkelerinin aynı zamanda en yüksek düzeyde sürdürülebilir gıda üreten ülkelerin başında gelmeleri, onları politik açıdan daha güçlü kılmaktadır. Dış politika bağımsızlığının bir şartı da tarımsal üretme kapasitesi ve ticareti ile pazarlama araçları ve imkânlarındaki başarıdır. Bu da el yordamıyla halledilebilecek bir konu değildir. Eldeki imkânların (coğrafya, doğal kaynaklar, vs.) değerlendirmesine dayalı yüksek düzeyli stratejik bir planlama ile beraber oldukça yoğun bir idari efora ihtiyaç vardır.