Hayat, size daima seçenekler sunar. Bilgelik, öncelikle o
seçeneklerin hepsini görebilmektir. Çünkü çoğu
kimse, o seçeneklerden ya sadece birini görebilir ya da eksik
görür.
Daha sonra da o seçenekler içerisinden,
sizin için ve sevdikleriniz için şimdide ve gelecekte en
doğru ve faydalı olanı seçmektir bilgelik.
Olumlu olmak, umutlu olmak veya her
şeyin olumsuz tarafını görmek ve karamsar olmak bir
tercihtir.
Umutsuz ve olumsuz tarafı seçmek ya da
seçmemek bizim elimizdedir.
İsterseniz olumsuz ve karamsar tarafı
seçer ve hayatı kendinize zindan edersiniz.
Kendinize zindan ettiğiniz gibi
başkalarına da zindan edersiniz. Ayrıca bu olumsuz tarafın,
umutsuzluğun sınırı da yoktur.
Küçücük sorunları istediğiniz kadar
büyültebilir, içinden çıkılmaz hale getirebilir, günlerce
haftalarca o soruna takılabilirsiniz.
Hayata istediğiniz kadar karamsar,
mutsuz, neşesiz, donuk olarak bakabilirsiz. Bu sizin elinizde. Bunu
yapmak için sadece biraz çaba harcamanız yeterlidir.
Bazı tuzu kuru kişiler de olumlu olmayı
ve umutlu olmayı “polyanacılık” diye küçümser.
Onun ne anlama geldiğini umudunu
yitiren, karamsarlık denizinde bocalayan insanlara sormak
gerekir.
İnsanların her türlü ihtiyacı yerinde
olabilir ama beyinleri doğru çalışmıyorsa hep yanlış olumsuz tarafa
bakıyorlarsa, hayat çekilmez olur.
Şöyle çevrenize bakın; öyle insanlar
vardır ki küçük sorunların altında ezilirler; öyle insanlar da
vardır ki çok büyük sorunları aşarlar ve dimdik
ayaktadırlar. Bu iki insan arasındaki fark nedir?
Sorunlar karşısındaki tutumlarıdır.
Biri, umutlu olmayı, olumlu olmayı ve
çözüme odaklanmayı tercih etmiş, diğeri ise pes etmiştir.
Yılların içinde yaşadığımız
hayat
Hayatımız içerisinde yaşadığımız yıllar
mı, yıllar içerisinde yaşadığımız hayat mı önemlidir?
Bir kaç yıl önce, baharın
kendini cömertçe gösterdiği güzel bir günde Ankara’nın Şentepe
mahallesinde bir gecekondu evinde kas gerginliği rahatsızlığına
sahip Arif dayıyı ziyarete gitmiştim.
Bu mahalle bir tepenin üzerine kurulu.
Bahçe kapısından içeri girdiğimizde bahçedeki yeni çiçek açan
ağaçlar adeta bize gülümsüyordu.
Kapıyı çaldık. Yüzünden huzur
okunan yaşlı bir kadın bize kapıyı açtı. Saygıyla bizi
içeri davet etti.
Kapı, pırıl pırıl, tertemiz genişçe bir
salona açılıyordu. Tam karşımızda Arif dayı oturuyordu. Yerinden
zorlanarak kalkmak için uğraştı Arif dayı. İçten, gülen bir yüz
ifadesiyle sıcak bir “Hoş geldiniz” dedi.
“Nasılsın Arif dayı” diye sorduğumda
Arif dayıdan muhteşem bir cevap almıştım.
Böyle bilgece cevaplar karşısında
kanımın donduğunu hissederim.
Arif dayı, ilkokulu bile bitirmemiş
biriydi, ama belli ki hayat okulundan çok şey öğrenmişti. Benim de
ondan öğrenecek çok şeyim vardı. Aslında ona yardımcı olmak için
orada bulunuyordum ama onun söylediği arifçe sözler karşısında
çoğaldığımı, arttığımı duyumsuyordum.
Arif dayının rahatsızlığını ilk kez
duymuştum. Kas gerginliği hastalığı; vücudun belli yerlerindeki
kaslar kasılı kalmaya başlıyor ve bu zamanla vücudun her
yerini sarıyordu. Kalbe sıra geldiğinde kalp kasılı kalıyor ve
hasta hayata gözlerini kapatıyordu.
Arif dayının belden aşağısı, el ve
kolları kasılı kalmıştı. Hayatını, belden aşağısı, el ve
kolları hariç yaşıyordu. Belki birkaç ay içerisinde
kalp kasları da kasılı kalacak ve hayata veda edecekti.
Bunu o da biliyordu.
Arif dayı, “Nasılsın? soruma şu
güzel cevabı verdi;
“Evet ayaklarım, bacaklarım, ellerim,
kollarım tutmuyor. Ama olsun, bir yerlerden tutunarak da olsa
yürüyorum ve tuvalet ihtiyacımı görebiliyorum. Üzerime döksem de
yemeğimi yiyebiliyorum. Sizi bir kartal gibi net görebiliyorum,
kalbim tıkır tıkır çalışıyor. Ciğerlerim sapasağlam. Sizi
duyabiliyorum, sizinle konuşabiliyorum. Kafam da eh işte, biraz
çalışıyor. Çok şükür... ve iyileşeceğime dair Allah’tan
umudumu hep koruyorum...”
Bu harika cevabından çok
etkilenmiştim.
Arif dayının bir de şöyle
düşündüğünü varsayalım.”Allah kahretsin bu beton bacakları bu
yerinden kalkamaz ayakları. Ellerim tutmuyor, yürüyemiyorum. Evin
içine hapsoldum.
Ben ne bahtsız adamım. Allah bir an önce
canımı alsa da kurtulsam....” bu cümleleri çoğaltmak
mümkün.
Söyler misiniz; Arif dayıya hayatının
beklide bu son döneminde bu umutlu, bu hayat dolu düşünceleri
oluşturan nedir?