Türkiye’nin ‘Kontrolden Çıkış’ Sancısı

Gayet maharetle dokunmuş yanılsatıcı örtülerle özü titizlikle gizlenmeye çalışılan bir vakıa ile karşı karşıyayız.

Orhan ATALAY orhanatalay@internethaber.com

Gayet maharetle dokunmuş yanılsatıcı örtülerle özü titizlikle gizlenmeye çalışılan bir vakıa ile karşı karşıyayız. Çünkü zekice belirlenmiş bu ‘masum yüzlü’ kılıflardan her birisi özellikle düne ilişkin kifayetli bir hafızaya sahip olmayan yirmili yaşlardaki gençler için ‘haklı’ bir gerekçeye dayanıyor gibi. Özel yaşamın tahdidi, yeşil alanların tahribi, sakinlerinin şehirleriyle ilgili karar süreçlerine alınmamaları, Başbakan’ın otoriter tavrı, polisin orantısız gücü, Topçu Kışlası, Camii, çoğu yirmili yaşlardaki göstericilerin artan politik duyarlılıkları ve saire...

Günlerdir enine boyuna tartışılan bu vakıanın asıl nedeni gerçekten bunlar olabilir mi? Mesela konuyla ilgili ağzını açan herkesin ilk söz olarak dillendirdiği özel yaşamın tahdidini ele alalım. Bununla kast edilen en somut durum Alkol Yasası’dır. İnternet ortamında üç-beş dakikalık bir araştırma zahmetine katlanırsanız şayet Batı’nın en liberal ülkelerinde bile alkol tüketimini sınırlayan yasaların olduğunu hatta o yasaların daha da katı kurallar içerdiğini görürsünüz. Üstelik oralarda bu türden düzenlemeleri şahsi hayatı sınırlamak şeklinde yorumlayıp kazan kaldıranlara da rastlayamazsınız. Mesela İsviçre Alkol Kanunu, Teksas Alkollü İçkiler Kanunu, Kanada İçki Lisansı Kanunu ya da İsveç, Norveç, Finlandiya gibi ülkelerdeki yasal düzenlemelere bakıldığında alkolün birey ve kamu sağlığını doğrudan etkileyen özel bir ürün olduğunu, bu nedenle de özel bir düzenlemeye tabi tutulduğunu göreceksiniz.

Yeşil ve çevreye ilişkin artan toplumsal duyarlılığa gelince, doğrusu bu da çok inandırıcı gelmiyor. Sokakta oluşlarını bu gerekçeye dayandıranlar şayet mesela Koç Üniversitesi hatırına kökleri kazılan milyonlarca ağaç veya güvenlik gerekçesiyle dün Dersim başta olmak üzere Şark’ın birçok yerinde onlarca yıl boyunca yok edilen binlerce hektar ormanlık alanlar için tek bir gösteri yapmış, bir tane ağıt bestelemiş olsalardı gam edilmeyecek, belki de hak verilecekti. Hele hele her akşam halka tencere tabak çalmayı hatırlatma vazifesini aksatmadan yerine getiren CHP’nin elinden kurtarıldıktan sonra gerçek birer şehir hüviyetine kavuşmaya başlamış İstanbul ve Ankara gibi büyük kentlerimizin dünü ile bugününü yeşil ve çevre açısından mukayese eden her ehl-i vicdan eminim ki ‘el insaf’ diyecektir.

Sebep Başbakan’ın üslubu ve dik tavrı ise, –ki ekseriyete göre tek neden budur- bunun da bir karakter mes’elesi olduğu, nev zuhur bir durum olmadığı herkesin malumudur. Dün bu ülkenin kangren olmuş asker-sivil vesayetçi rejime karşı bu tavrını alkışlayanlara ne oldu ki, bugün tüm faturayı aynı duruşa yüklemeye başladılar. Oysa başta İstanbullular olmak üzere herkes Başbakan’ı 20 yıldır hep böyle gördü ve böyle tanıdı.

Sebep Alevi vatandaşlarımızın dini ve tarihi hassasiyetleri mes’elesi ise, -ki 3. Köprünün ismi etrafında böyle bir algının inşa edildiğini gözlüyoruz- bunun da tıpkı diğerleri gibi sadece bir kılıf olduğu kanaatindeyim. Şahsen böylesi bir isimlendirmeyi hele hele içinde geçtiğimiz sürecin hassasiyeti açısından doğru bulmayanlardanım. Belki özellikle de kalpleri kırılmış kesimlerin onurlarını bir nebze de olsa tamir edecek daha kapsayıcı ve bütünleştirici bir isim veya kavram seçilebilirdi. Gezi Parkı eylemlerinde daha aktif bir rol üstlenmelerini temin etmek amacıyla dört asır önceki bir hadiseyi diriltmek suretiyle alevi kesimi sokağa dökmenin gayretinde olanların sadece yetmiş yıl önce alevi tarihinin en trajik katliamı olan Dersim’in faili CHP’ye tek bir laf ettiklerini duyan oldu mu? Değilse bu çelişkiyi nasıl telif ve tevil edebilir, samimiyetlerine nasıl güvenebiliriz?

Peki, hiç de sahici görmediğim bu ve benzeri gerekçelerin pinhan tuttuğu asıl sebep ne olabilir?

Bunun cevabını olsa olsa Taksim Platformu adıyla Ankara’ya gelip Sayın Arınç’la görüşen heyetin taleplerinden çıkarsayabiliriz. Adeta bir savaş sonrası galipler tarafından mağluplara dayatılan antlaşma maddelerine ve onların sunum tarzlarına benzer şekilde okunan metni duyduğumda liseli yıllarımda izlediğim İstanbul’un İngilizler tarafından işgalini konu edinen bir müsamereden sahneler hatırladım. Rasyonaliteden ve pratik karşılıktan yoksun bu taleplerin sadece son darbenin icra edildiği 28 Şubat 97’de yaşları henüz 6-7 olan bugünün eylemci gençliğinin romantik ihtiyaçlarına göre ambalajlanmış bir şey olduğunu düşündüm.

Ustaca işlenmiş o ambalajı açtığımızda göreceğimiz hakikat ise, Türkiye’nin son üç yüz yıldır kabzasında olduğu güçlerin kontrolünden çıkma istidadını yakalamış olmasıdır.

Evet, asla kuşku duymadığım şey budur. Günlerdir ülkeyi tedirgin eden, sokakları ve meydanları terörize ederek sağduyulu ekser halkın tahammül sınırlarını zorlayan tencere tabak sesleri ile sinir uçlarımızı tahrike zorlayan bu sıkıntılar, eminim ki Türkiye’nin birilerinin ‘kontrolünden çıkış’ sancısıdır. Biliyoruz ki, büyük doğuşların sancıları da ağır ve ağrılı olur. Sabır, basiret ve metanet diliyorum.