Prof. Dr. Halil İnalcık yaşayan en önemli
tarihçilerimizden biri. Taha Akyol'u telefonla
arıyor ve “Sabahlara kadar uyuyamıyorum” diyor.
Kaygısı etnik milliyetçilik ve Batı'nın bu noktada Osmanlı'ya karşı
yürüttüğü “parçala-hükmet politikası”nın aynen
devam ettiği tesbiti... Kaygılarını bir metin haline getirip Taha
Akyol'a gönderiyor ve Akyol da o metni sütununa
taşıyor.
Ben de, metnin bir paragrafını Taha Akyol'un
sütunundan alarak sizlerle paylaşmak isterim:
“Batı'nın, büyük haksızlığı, Osmanlı'ya
uygulanan politikanın, bugün modern Türkiye Cumhuriyeti'ne
uygulanmaya kalkışılmasındadır. Bugün, NATO savunma sisteminin
önemli bir parçasıyız. Her vadide AB standartlarına yetişmeye
çalışıyoruz. Ama Batı'nın kısa görüşlü parçala-hükmet politikası,
günümüzde de işler görünmektedir. ABD, Ortadoğu'da şimdi kendi
planını uygulama yolundadır, kolay kolay bu plandan vazgeçmez.
Ortadoğu için kendi planlarında Türkiye'yi engel gören ABD, NATO
üyesini kaybederse, 19. yüzyıldaki gibi gittikçe güçlenen bir Rusya
karşısında en önemli stratejik ortağını kaybetmiş olur. ABD'ye bunu
anlatmalı.” (Milliyet, 2 kasım 2007)
Aslında Prof. İnalcık'ın kaygıları bir süredir
kamuoyunda konuşuluyor. Olağanüstü bir çatışma ortamı oluşturup, BM
marifetiyle bölgede bir tarafsız bölge oluşturmak ve parçalanmanın
ilk adımını atmak...
Bu kaygı ne kadar gerçekçi, tartışılabilir.
Ama sadece bu kaygının bulunması bile Türkiye'de insanların
nasıl bir arka plandan beslendiğini ortaya koyması açısından
önemli.
Osmanlı parçalanması toplum zihninde bir travma olarak
yaşıyor.
Bir toplumun tarihi arka planında bu tarz şoklar bulunduğu zaman
da onun hassasiyeti farklı oluyor.
Bunu, bir ara DTP eş başkanı Aysel Tuğluk da
Radikal 2'deki yazısında ifade etmiş ve “Türklerin yaşadığı
travmayı anlamak lazım” demişti. Bunun için Kürtlere
empati tavsiye etmişti.
Peki şu anda DTP, toplumda varolan bu kaygıyı dikkate alıyor
mu?
Almıyor.
Ne yapıyor?
Alabildiğine kaşıyor.
İşte bir savaş ortamına kadar geldik.
Bunun arkasından ne gelir?
Acaba o plan mı gelir?
Yani Osmanlı'ya karşı uygulanan ve bugün “Kürt
siyaseti”nin devreye sokmak ister göründüğü plan mı?
Doğrusu sıcak temaslar ne ile sonuçlanır bilinmez.
Irak Cumhurbaşkanı'nın sünni yardımcısı Tarık
Haşimi, Hasan Cemal'le görüşürken
uyarmış:
"Savaşı başlatmak kolay ama sonrası güçtür. Böyle bir
operasyonun hangi dinamikleri harekete geçireceğini önceden
kestiremezsin. Başlar ama ne gibi koşullarda, nasıl biter
bilemezsin. Türkiye'nin bunu düşünmesi gerekiyor."
Bu, doğru bir tespit ama bunu sadece Türkiye'nin değil, bu
coğrafyada yaşayan, hatta bu coğrafyaya şu veya bu sebeple ve yolla
gelen herkesin düşünmesi lazım.
Türkiye, geçen çağın başında bir “Dünya
devleti” kaybetmenin acısı ve tecrübesi ile hareket
gedecektir. Bakın, bir tarihçi çıkıyor ve yaşanan ihaneti bugünün
gündemine taşıyor. İşte bu, toplum bilincidir.
“İhanet” algılaması da bu bilinçten doğuyor.
İnalcık'ın alarmında herkes için ibret vardır. Hem Türkiye'yi
yönetenler için, hem Kürtler adına siyaset yapanlar için, hem bu
coğrafyada stratejik çıkarı bulunan Türkiye'nin müttefikleri
için...
Türkiye'nin, kendi güvenliğine bir şekilde tehdit oluşturanları
dost tanımayacağı gayet açıktır.
İNÖNÜLER BUNU MU YAPTI?
Erdal İnönü'nün vefatı dolayısıyla İnönü
ailesine taziyeler yapılıyor. Cumhurbaşkanı Gül ve eşi de ilk
taziyede bulunanlar arasında yer almış. Bu arada Derya
Sazak'tan öğreniyoruz ki, Cumhurbaşkanı ve eşi adına İnönü
ailesine başsağlığı için ziyaret talebi de iletilmiş ve bu kabul
edilmemiş. “Telefonla taziye yeterli” denmiş.
Derya Sazak bunu, “Pembe Köşk'ün laikliğin
sembolü olması”na ve burasını “türbanlı first
lady'ye açmaya hazır olmadığı”na bağlıyor.
Nasıl bir manzara?
Zaman zaman bazı devlet görevlilerimiz, protokolden kaçıyorlar
başörtülü başbakan veya cumhurbaşkanı eşi ile karşılaşmamak
için.
İnönü ailesi de taziye için kapıyı açmıyor.
Çok demokrat, çok özgürlükçü, çok insancıl bir dünyada
yaşıyoruz!!!
Pes vallahi!