Tuğgeneral'den Can Dündar'a...

"TIR'latsan yeridir Can'ım" başlıklı yazımda Can Dündar'a, "Hain" dememi abartılı bulanlar olmuş. Oysa söylediklerimden daha azını hakettiğini düşünmüyorum.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

"TIR'latsan yeridir Can'ım" başlıklı yazımda Can Dündar'a, "Hain" dememi abartılı bulanlar olmuş. Oysa söylediklerimden daha azını hakettiğini düşünmüyorum.

Dün yaşanan bir gelişme benim ne kadar haklı olduğumu bir kez daha ortaya koydu.

Haberleri takip ettiyseniz dün akşam üstü iki komutan yakalanıp hapse gönderildi. O komutanlardan biri Tuğgeneral Hamza Celepoğlu'ydu.

Celepoğlu'nun "Paralel Yapı" tarafından nasıl Tuğgeneral yapıldığını 8 Eylül 2014 tarihinde yazmıştım.

Millete ve devlete yapılan alçakça kumpası duymayanlar duysun diye tekrar anlatayım.

Tarih 24 Kasım 2011...

Silivri 7 No'lu Kapalı Cezaevi'nde "suç örgütüne üye olmak, dolandırıcılık, rüşvet" suçlarından tutuklu Özgür Balcan isimli bir mahkuma, babasının vefat ettiği, eğer isterse babasının cenazesine katılabileceği bilgisi ulaştırılıyor.

İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, Balcan'a "yol hariç 2 gün izin" veriyordi. Bir astsubay, bir uzman jandarma ve iki er, Balcan'ı 24 Kasım sabahı cezaevi aracıyla Tekirdağ Muratlı'daki cenaze evine götürüyor.

Defin işleminin ardından geceyi geçirmesi için Tekirdağ F Tipi Cezaevi'ne konan Balcan, ertesi gün cenaze evine tekrar götürüldükten sonra tutuklu bulunduğu Silivri'ye geri getiriliyor.

Ertesi gün memur suçları savcısı Mehmet Kurt, inanılmaz bir işe imza atarak Balcan'a refakat eden askerler hakkında tuhaf bir gerekçeyle soruşturma başlatıyor.

Soruşturmanın gerekçesi, "Kamu görevinin sağladığı nüfuzu kullanarak kişiyi hürriyetinden yoksun kılmak! Bir başka deyişle bizim paralel savcı, "Mahkumu cenaze evinde niye serbest bırakmadınız" diyor!

Tutuklu Özgür Balcan, suçlanan şahıslardan davacı olmayacağını söyleyince, Cumhuriyet Savcısı Mehmet Kurt eylemi, "hürriyeti tahdit" kapsamında değerlendirerek res'en soruşturma başlatıyor.

Soruşturmaya, tutuklunun sevki sırasında kendisine refakat eden askerler ile sevk kararını imzalayan komutanlar da ekleniyor. O komutanlardan biri de, İstanbul  İl Jandarma Alay Komutanı Kurmay Albay Hüseyin Kurtoğlu!

Asıl hikaye bundan sonra başlıyor!

Kurtoğlu'nun soruşturulabilmesi için 4483 Sayılı Yasa gereğince HSYK'dan izin alınması gerekiyor.

HSYK bu konuda "Yapamazsınız" uyarısında bulununca savcılık, işlenen suçun "Adli görev suçu" olduğunu belirterek bu itirazı da reddediyor. HSYK bu itiraz üzerine bir kez daha, "Adli görev suçu olsa bile yargılanamaz" diye uyarı gönderince savcılık bu kez, "Bu bir kişisel suçtur" diyerek soruşturma için izin alınmasına gerek olmadığını belirtip işi mahkemeye getirmeyi başarıyor.

Davanın görüldüğü mahkeme hakimi kısa süreli raporluyken başka bir hakim apar topar duruşmaya çıkarılıyor. Ahmet Türkeri isimli bu hakim ilk ve tek duruşmada 6 sanığın 1 yıl altı ay hapisle cezalandırılmasına karar veriyor!

Ancak karar erteleme, paraya çevirme ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi bir durum yaşanmaması için, suçu işleyen şahısların birden fazla oldukları ve nüfuzlarını kullanarak bu suçu bilerek ve isteyerek işledikleri gerekçe gösterilerek cezalar iki katına çıkarıldı.

Yani her bir sanık 3 yıl hapis cezasına çarptırılıyor.

Ahmet Güneri isimli hakim bugüne kadar emsali görülmeyen bir şekilde iki gün içinde gerekçeli kararını açıklayarak dosyayı kapatıyor.

Böylece yargılanan İstanbul İl Jandarma Alay Komutanı Hüseyin Kurtoğlu açığa alınıyor.

Sonrası tam bir komedi!

Karar Yargıtay'a gidince, epey bir süre bekletildikten sonra onaylanıyor. Onama kararı bir süre sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın önüne gelince işin rengi değişmeye başlıyor. Başsavcılık bu hukuk skandalının hesabını soruyor.

Cezayı onayan dairenin mevzuat gereği iki seçeneği var.

Ya “kararımız doğrudur” diyerek dosyayı Ceza Genel Kurulu’na götürecek, ya da “Biz bu kararı onayarak hata yaptık” deyip kararını düzeltme kararı alacaklar.

Daire, kinci yolu seçerek yapılan hukuk faciasının genel kurul tarafından öğrenilmemesi için kendi kararını oybirliğiyle bozup, "Burada suç yoktur, sanıkların beraatine karar verilmesi gerekir" diye karar veriyor.

Dosya yeniden yerel mahkemeye geliyor ve yerel mahkeme de sanıkların beraatine karar veriyor. Tüm bu kararlar, Albay Hüseyin Kurtoğlu açığa alındıktan 3 yıl sonra veriliyor.

Peki bu sırada ne oluyor dersiniz?

Hüseyin Kurtoğlu açığa alınmasa, bir süre sonra Yüksek Askeri Şura kararlarıyla üst rütbeye terfi edip Tuğgeneral olacak. Peki, onun yerine kim Tuğgeneral oluyor biliyor musunuz?

19 Ocak 2014'te MİT tırlarının Adana'da durdurulması emrini veren Hamza Celepoğlu...

Yani dün itibariyle tutuklanan Tuğgeneral.

TIR'lardaki MİT mensuplarını emrindeki askerlere dövdürerek yere yatıran, o tırların kapaklarını tek tek açtırıp, Paralel Yapı'ya bağlı Cihan Haber Ajansı kameralarına görüntüleri özenle kaydettiren meşhur Tuğgeneral.

Demek ki Can Dünda'a o görüntüleri kim göndermiş? Devletin kırmızı kitabına "Terör Örgütü" olarak giren "Paralel Yapı" göndermiş.

Peki devlet ne yapmış?

Bu görüntüleri yayınlamya hazırlanan Can Dündar'ı, "Bu görüntüler devlet sırrıdır. Alınan mahkeme kararıyla yayınlanması yasaklanan bu görüntüleri yaymak suçtur. Ayrıca bu görüntüleri yayınlamak, FETÖ isimli terör örgütünün propagandasını yaymak anlamına gelir ve cezası bellidir" diye uyarmış mı?

Uyarmış!

Buna rağmen o görüntüleri yayınlamak gazetecilik değil, aksine devlete ve millete ihanettir. Bunu kim yapan her kim varsa, hain oğlu haindir!

NOKTA!