Atatürk hediye almazdı öyle mi?

Biliyorsunuz; Sözcü Gazetesi'nin Atatürk üzerinden ticaret yapan yazarı Yılmaz Özdil'in Türkiye ve dünyada yaşanan her şeyi Atatürk'e bağlama gibi bir gülünç huyu var. Dün yine böyle bir yazı yazdı.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

Mardin Valisi'nin şehre gelen bakanlara 600 bin liraya varan hediyeler verdiği yönünde haberler vardı ya hani.

O konu ilginç bir boyut kazanmaya başladı. 

Haberde adı geçen bütün bakanlar hediye almadıklarını açıkladı. Mardin Valisi de iddialara açıklık getirdi. Valinin anlattığına göre bakanlarla birlikte gelen heyetlere şehirde üretilen çeşitli ürünler hediye edilmiş. 

Tespih, rozet, tablo, çiçek gibi hediyeler bunlar...

Biz gazetecilere de davet edildiğimiz şehirlerde zaman zaman bu tür sembolik ürünler hediye ediliyor. En son gittiğim Malatya'da bana kuru kayısı paketi hediye edilmişti mesela...

Kaldı ki bu tür hediyeler sadece Mardin Valiliği veya belediyesi tarafından verilmiyor. Bütün valiliklerde ve belediyelerde aynı hediyeleşmeler yapılıyor.

Mesela;

İstanbul Valisi, Ekrem İmamoğlu'nu ziyaret ettiğinde de benzer hediyeleşmeler karşılıklı yaşanmıştı. CHP'li bütün belediyelerde aynı uygulama var.

Bu bilgiyi şundan ötürü verme gereği hissettim.

Sözcü Gazetesi'nin Atatürk üzerinden ticaret yapan yazarı Yılmaz Özdil dün bu konuyu gündemine taşıdı. Hem de yalan yanlış yazarak yaptı bunu…

Biliyorsunuz; kendisinin, Türkiye ve dünyada yaşanan her şeyi Atatürk'e bağlama gibi bir gülünç huyu var.

Bu meselede de aynı gülünçlüğe imza attı, Atatürk'ün görev süresi içinde bu hediyeleşme meselesine nasıl yaklaştığını anlattı. 

Affınıza sığınarak yazdığı yazıdan bazı önemli bölümleri buraya aktaracağım ve yazının sonunda bir soru sorup kaçacağım. 

Haydi başlayalım:

Mustafa Kemal düzenli olarak yurtdışından kitap sipariş ederdi. Paris, Londra, Roma, Viyana elçiliklerimize resmi yazıyla liste gönderir, hepsinin parasını kendi cebinden öderdi.

Fatura isterdi…

Böylece, işgüzar büyükelçilerimiz tarafından devlet kesesinden para ödenip ödenmediğini kontrol ederdi.

1930'da mesela…

Münir Ertegün, Paris büyükelçimiz oldu. Mustafa Kemal'in şahsi talepler konusunda ne kadar hassas olduğunu bilmiyordu. Kendisine sipariş edilen tarih kitabının faturasını dışişleri bakanlığına gönderdi.

Üç gün sonra, Çankaya Köşkü'nden Paris büyükelçiliğimize telgraf çekildi…

“Reisicumhurun özel harcamaları dışişleri bütçesinden karşılanamaz, bundan böyle faturaları kendi adıyla kendisine göndereceksiniz” denildi!

Hatta elçinin yazışması bile beklenmedi, Paris'ten gönderilmiş olan faturalar başyaverlik tarafından dışişleri bakanlığından istendi. 571 frank tutarındaki kitap parası, Mustafa Kemal'in maaş hesabından, İş Bankası aracılığıyla Paris büyükelçiliğine transfer edildi.

Osmanlı subayıyken de Kurtuluş Savaşı sırasında da Cumhurbaşkanı'yken de, devlet kesesinden ayran bile içmedi, parasını ödemediği yemeği yemedi.

1927'ydi, mevsim kıştı…

Ankara belediyesinin fidanlığına geldi. Seraya girdi, çiçekler inceledi, salon bitkiler beğendi, sekiz adet saksı seçti. Belediyenin bahçeler müdürüne talimatı verdi, “Bunları yarın köşke gönderin, siz de beraberinde gelin, sağlıklı yaşamaları için nerelere koyulması gerekiyorsa yerleştirin, nasıl bakım yapılacağını bizim bahçıvanlara öğretin” dedi.

Ertesi gün, saksılar getirildi, uygun köşelere yerleştirildi. Mustafa Kemal'e haber verildi, geldi, inceledi. “Gayet güzel olmuş, ne kadar ödeyeceğiz?” diye sordu! Efendim hediyemiz olsun deseler, biliyorlar ki, milletin malını hangi yetkiyle hediye ediyorsunuz diye kızacak…

Böyle olacağını adı gibi bilen bahçeler müdürü Salih Bititci hazırlıklıydı. Bir kâğıt uzattı. Seçilen bitkiler ve fiyatları yazılıydı. Mustafa Kemal kâğıdı aldı, yaverine uzattı, “ödeyiniz” dedi. Yaver Rusuh Bey çalışma odasına gitti, bir zarf içinde parayı getrdi, “faturayı yarın gönderirsiniz” dedi.

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, devlete ait köşke yerleştirmek için, devlete ait fidanlığın çiçeklerin bile kendi cebinden öderdi. Yarın öbür gün laf olur diye, çiçekleri bedavaya almış veya çiçekleri devlete ödetmiş demesinler diye, fatura isteyerek belgelerdi.

Çankaya'da görevli olan aşçı, şoför, berber, uşak, bahçıvan gibi tüm personelin yeme içme masraflarını, barınma masraflarını, köşkün tamiratlarını bizzat maaşından karşılardı. Seyahatlerinde asla harcırah almazdı.

Yazı böyle devam edip gidiyor.

Özdil yazının sonunu, "Atatürk kendi küpünü doldurmadı. Devletin hazinesini doldurdu" diye bağlıyor.

Hadi, Özdil'in bu anlattıklarında zerre hilaf olmadığına inanalım. Hatta Atatürk'ün dünya hayatı boyunca devletin bütçesinden bir lokma yemediğini düşünelim. 

Ancak benim bu noktada anlamadığım bir şey var.

Özdil'in bahsini ettiği yıllarda millet açlıktan süpürge sapı yerken, Atatürk niye bu kadar varlıklıydı?

Millet ayağına giyecek bir çarık bulamazken, Atatürk Paris'ten gelen kitaplara ödediği 571 Frank'ı nereden buluyordu?

Millet yabancı otları tencerede kaynatıp yerken Atatürk oturduğu konağın etrafını süsleyecek çiçeklere ödediği paraları hangi kaynaktan buluyordu?

Gerçi Yılmaz Özdil yazısında bu sorulara cevap niteliğinde ufacık bir ipucu vermiş.

"571 frank tutarındaki kitap parası, Mustafa Kemal'in maaş hesabından, İş Bankası aracılığıyla Paris büyükelçiliğine transfer edildi" demiş.

Allah Allah!

İş Bankası'ndaki hesabın miktarı ne kadardı acaba? Ve daha da önemlisi o paranın kaynağı neydi?

Yoksa?

Pakistan Müslümanlarının, Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’na mali katkı olsun diye gönderdiği paralardan mı bahsediyor Yılmaz Özdil?