Bir adam kötü yoldan
para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra,
yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak
için bunu Hacı Bekaş Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak
ister.
O zamanlar
dergâhlar ayni zamanda aşevi işlevi görüyordu. Durumu Hacı Bekaş-ı
Veli’ye anlatır ve Hacı Bektaş-ı Veli :
“Helal değildir.” diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun
üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve ayni durumu Mevlana’ya
anlatır. Mevlana ise; bu hediyeyi kabul eder.
Adam ayni şeyi Hacı Bektaş-ı Veli’ye de anlattığını ama onun bunu
kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlana’ya bunun sebebini
sorar.
Mevlana şöyle der:
- Biz
bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe
konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul
etmeyebilir.
Adam üşenmez
kalkar Hacı Bektas-ı Dergâhı’na gider ve Hacı Bektaş-ı Veli’ye,
Mevlana’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de
Hacı Bekaş-ı Veli’ye sorar.
Hacı Bektaş
da şöyle der:
- Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlana’nın gönlü okyanus
gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama
onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin
hediyeni kabul etmiştir.
Tevazu, kişisel
gelişimin zirvesidir.
Özgüven
sahibi olmak, kendine inanmak, kendini ifade edebilmek; tamam, çok
güzel özellikler.
İnsanların
zihinlerinde; sahip olduğu yeteneklerini engelleyen, çoraklaştıran
sınırları kırması ve aşması gerektiğini, sağlıklı düşünen herkes
kabul eder ve etmelidir.
Geri planda
kalmak; pısırık, uyuşuk olmak, ezilmek, kişiliğini zedeleyici
sözler ve davranışlar karşısında sus pus olmak bir karakter zaafı
olarak görülebilir.
Bütün
bunların yanında ülkemizde, gerek yanlış aile eğitimimizden gerekse
eğitim sistemimizden kaynaklanan nedenlerle çoğumuzun
özgüven özürlü yetiştiğimiz de bir gerçek.
Evde daha
küçük yaşta anne babaların özgüvenini kırdığı çocuk,
okulda duygusal zekânın kapısından girmediği
sınıflarda kendine güveni neredeyse sıfırlanıyor.
İş yerinde
de, insanları ezilmesi gereken böcekler gibi gören narsis
yöneticiler, çalışanlarını ezer.
Böyle
insanlar, sahip oldukları her yetkiyi, gücü, egolarını tatmin
etmek için kullanan küçük insanlardır.
Özgüveni
artırmakla ilgili çok sayıda yazı yazmış biri olarak, bugün
madalyonun öteki yüzüne bakmak gerektiğini, bu konuda dengeyi
kaçırdığımızı düşünüyorum.
Bütün
kişisel gelişim kitaplarına baktığınızda çeşitli sanal ya da gerçek
örneklerle özgüven hikâyeleriyle dolu olduğunu görebilirsiniz.
Bunun
yanında ne yazık ki çoğu kişisel gelişim kitabında tevazudan, alçak
gönüllü olmaktan, hoşgörülü olmaktan neredeyse hiç söz
edilmemekte.
Oysa tevazu,
kişisel gelişimin zirvesidir.
Elbette ki
kuru tevazudan bahsetmiyoruz.
Mütevazı olmayan kişi,
kişisel gelişimini tamamlayamamış, iç çatışmaları
yüksek, kendisiyle barışık olmayan bir kişidir.
(Bu
çerçeveden bakınca, insanlara tepeden bakan bazı kişisel
gelişimcilerin kişisel gelişime ihtiyacı yok mu, sizce?)
Şimdi birkaç
dakika durup çevremize bakalım, televizyon ekranlarına,
siyasetçilere bakalım, nereye bakarsak bakalım; ne kadar çok
nobran, insanlara tepeden bakan, hep “ben yine
ben” diyen, kibirli, ha bire insanları aşağılayan, egoları
şişinmekten patlama alarmı veren insan yetiştirdiğimizi fark
edebilirsiniz.
Yunus’un
ünlü dörtlüğü ile sonlandıralım:
İlim ilim
bilmektir.
İlim kendin
bilmektir.
Sen kendini
bilmezsen,
Ya nice
okumaktır.