Sloganlar, en etkili "yalan söyleme" araçlarıdır.
İnsanlar üzerinde çok hızlı bir etkiye sahiptir.
Dünyanın en büyük yalanları, en kolay sloganlarla empoze
edilir.
Çünkü çekicidir, aksiyon içerir, enerji verir, janjanlıdır,
ayartıcıdır.
Hakikat, en kolay sloganlarla örtülür.
Her slogan, bir imaj üretir. Ve her İmaj da bir algı
oluşturur.
Oysa imaj da, algı da gerçek değildir. Hakikat, hiç
değildir.
Dünyanın en tehlikeli eylemini, kimsenin karşı çıkamayacağı bir
“değerle” birleştirdiniz mi; "nur topu" gibi bir sloganınız
olur.
"Uyuşturucu kullanma özgürlüğü istiyorum. Uyuşturucuma karışma."
sloganı ne kadar "masum" geliyor değil mi?
Kadın, çocuk, yaşlı demeden masum insanları öldürmeye; “Barış ve
özgürlük için onurlu mücadelemiz” dediğinizde, insan kendini
bir parça Che gibi hissediyor.
Milyonlarca masum insanın öldüğü bir savaşa, “Halkların
Özgürleşmesi” adını taktığınızda da, arkasındaki kirli
niyetinizi nasıl da çaktırmadan örtmüş oluyorsunuz.
Gelin bir de madalyonun diğer tarafına bakalım.
Bakalım bakalım ama önce şu önyargılarımızı, taraftarlık
taassubumuzu bir tarafa bırakalım.
Bırakmam diyenleriniz olursa da onlar için yapacak bir şey
yok.
Bir sloganı atan kişinin, o düşünceye inanıp inanmamasının ve
samimiyetinin çok net bir ölçüsü vardır.
Bunu anlamanın en kestirme yolu; savunulan düşünceyi, eylemi, o
kişinin “kendinde kişiselleştirmektir.”
Biraz daha ileri gidip kişinin kendinde değil de, kendi
çocuklarında kişiselleştirirseniz daha gerçekçi bir sonuca
ulaşabiliriz.
Ne demek istiyorsun, böyle “sosu” fazla laflarla
diyebilirsiniz?
İzah etmeye çalışayım. Bana hak vereceğinizi ümit ediyorum.
Uyuşturucu kullanma özgürlüğü istiyorum. Uyuşturucuma
karışma."sloganı atan kaç kişi, kendi çocuğunun uyuşturucu
kullanmasını ister.
Dağa çıkan teröristleri savunan kaç kişinin, kendi çocuğu
dağdadır.
Sigara içme özgürlüğü isteyen kaç kişi, kendi çocuğunun sigara
içmesini ister.
Hadi onu da geçtim; sigara ya da uyuşturucu satan kaç anne baba,
çocuğunun bu meretlere bulaşmasını ister.
İnsanlar kendileri hata yapsa da çocuğunun o hatayı yapmasını
istemez, öyle değil mi?
Bir kişinin savunduğu düşünceyi, eylemi kendi çocuğu için de
isteyip istememesi; o kişinin gerçekte de o düşünceye ve
eyleme inanıp inanmadığını yani samimiyetini göstertir.
Size bir öneride bulunan kişiye; samimi olup olmadığını öğrenmek
için; “Senin çocuğun olsa bunu yapmasını ister miydin?” diye
sorun.
Bir sloganı duyduğunuzda, inanmak için bir daha, peşinden gitmek
için ise "bin defa" daha "düşünün..."
Çünkü bizi ayaklarımıza baktırıp, bize tokat atmak isteyenlerin
niyetini anlamak ve gereğini yapmak, aklıselim sahibi her
insanın görevidir.
TRT’den yüzakı bir çalışma: TRT Akademi
Her kurumun, kalıcı bilimsel çalışmalar, araştırmalar ve
yayınlar yapması gerektiğine yürekten inanıyorum.
Hemen hemen her kurumun çıkardığı yayınlar, dergiler var ama
daha çok tanıtım bülteni kalitesinde.
Evet, tanıtım da lazım ama ciddi bir kurum, kalıcı bir çalışma
yapmıyorsa, bilimsel bir eser, bir araştırma üretmiyorsa, bu
kumrun başındaki yöneticilerin, aslında gündelik
düşündüğünü, ufkunu ve entelektüel çapını gösterir.
İşte TRT, bu anlamda yüzakı bir çalışmaya imza attı ve “TRT
Akademi” adlı hakemli bir dergi yayınladı.
TRT Akademi’nin edütörü Prof. DR Bilal Arık.
Yayın mutfağında; Ekrem Özdemir, Yusuf Tufan Şenoğlu, A. Suat
Emre var.
İlk sayısının konusu; “eğlence endüstrisi.”
Dergide, eğlencenin endüstri ile ilişkisini güncel örneklerden
hareketle inceleyen doyurucu makalelerin yanında, Ahmet İnam,
Alev Alatlı, Levent Erden, Gündüz Vassaf ve Gökhan Akçura ile
yapılmış nefis söyleşiler yer alıyor.
Ayrıca, kitap eleştirileri bölümünde de bu konularda çıkan
kitapların analizleri bulunuyor. TRT Genel Müdürü Şenol
Göka’yı böyle kalıcı bir çalışamaya kapı açtığı için
tebrik ediyorum.
Çünkü biliyorum ki, bir kurumda böyle çalışmaların önemini ve
değerini bilecek çapta bir yönetici yoksa bırakın yayın
yapmayı, o kuruma kitap dahi alamazsınız.
Bu tür kalıcı bilimsel çalışmaların, araştırmaların, başta RTÜK,
Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere Milli Eğitim Bakanlığı,
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Geçlik ve
Spor Bakanlığı’na bağlı kurumların da yapması gerektiğine
inanıyorum.
Kalıcı çalışmalar, yayınlar, araştırmalar yapmıyorsanız,
kurumların yönetiminde, gündelik işler yöneticisi kalitesinde
gelip gitmiş biri olarak, kurumsal çöp tenekesine atılmaya
mahkûm olursunuz…
O kadar.