Silahlar susmadıkça..

İnsanlar, kör dövüşünü andıran bir yapı içinde, doğru olanı dillendirmekten ziyade iki tane kötüden birini tercih etmek gibi bir sığlığın içine düşürülüyorlar.

Şenol ÖZBEK senol@internethaber.com

Bu ülkede 30 yıldır yaşadığımız sorunun tek cümleyle özeti şudur: Kürtler adına ayağa kalktığını ve silaha sarıldığını söyleyen bir cinayet şebekesinin, sistemden umudunu kesmiş bir kısım insanları kandırarak bunu halk desteğine dönüştürmesi, kuruluş diyalektiği itibariyle halk desteğinden yoksun bulunan sistemin ise bu cinayet şebekesi karşısında hem ideolojik planda hem de silahlı mücadele zemininde acze düşmesi…

İnsanlar, kör dövüşünü andıran bir yapı içinde, doğru olanı dillendirmekten ziyade iki tane kötüden birini tercih etmek gibi bir sığlığın içine düşürülüyorlar. PKK diye bir örgüt hiç olmasaydı veya hiç ortaya çıkmasaydı dahi bu sistemle bu devletin yaşaması mümkün değildi ve hala da yaşaması mümkün değil diyorsunuz, bu söyleminiz PKK’ya destek vermek veya devlet ve ordu düşmanlığı yapmak şeklinde algılanıyor. PKK isimli cinayet şebekesinin, meseleyi çözümsüz hale getirdiğini ve şu anda sorunun çözümü noktasında en büyük engeli teşkil ettiğini söylüyorsunuz, bu defa da bu köhne sistemin günahlarının ortağı ilan ediliyorsunuz. Ben iki yanlıştan birini tercih etmek zorunda değilim diyenlerin iki taraf nezdinde de konumu sabit; hain… Yani her iki taraf da kendine göre bir hainlik algısını kurumsallaştırmış durumda…

Aslında yapılması gereken şey belli; devletten ziyade devlete ve rejime ruh veren sistemi halk desteğine mazhar olacak şekilde yeniden inşa etmek ve bu suretle, PKK’ya yönelmiş halk desteğini devlete destek şekline dönüştürerek PKK’yı boşlukta bırakmak. Bu durum PKK’nın halkla olan rabıtasını ortadan kaldıracağı için, zaman içinde örgüt eriyip yok olacaktır. Adına ister açılım deyin, ister bunu başka bir sözcükle niteleyin fark etmez, bunun mutlaka yapılması gerekiyor.

Ama bunu yapamıyorsunuz. Bir taraf sisteme dokunulmazlık bahşettiği ve sisteme dokunmayı rejime veya devlete dokunmak şeklinde algıladığı, diğer taraf ise bunun örgütü yokluğa mahkûm edeceğini bildiği için bunun yapılmasına müsaade etmiyor. Yani iki tarafın da gayesi sorun çözmek değil, kendi varlık kaygısını dile getirmek...

Müsaade etmemek demek, istemiyoruz sloganından ibaret olsa bunu aşmak veya fikir teatisi çerçevesinde çözüme kavuşturmak kolay. Fakat öyle olmuyor. Bir taraf diyor ki, madem bu olacak o zaman PKK’yı muhatap alalım ve onurlandıralım. Bunu diyenler arasında devletin PKK’dan özür dilemesini dillendirecek derecede şuur kaybına uğramış olanlar dahi var. Bu defa diğer taraf bu söylemin üzerine atlıyor ve açılımın PKK’dan özür dilemek olduğu propagandasını yapıyor.

Bu fikirlerin yüksek sesle dillendirildiği ortamda ise, bunların hiç birinin açılımın karşılığı olmadığını, Türk’ün ve Kürt’ün el ele vererek hem bu köhne sistemden hem de o sistemin çöplüğünde yeşermiş olan cinayet şebekesinden kurtulmayı amaçladığını, büyümek ya da küçülmek tercihlerinden biriyle karşı karşıya getirilmiş olan Türkiye’nin, açılım yaparak büyümediği taktirde küçüleceğini dillendiren insanların söylemleri boşlukta kalıyor.

Boşlukta kalması bir yana, PKK’nın ben kimseye bensiz açılım yaptırtmam fikrinin de ötesinde bizzat taşeron kimliğiyle yaptığı eylemler, açılımın gerekli olduğuna inanan büyük çoğunluğu suskunluğa gark ediyor. Dolayısıyla, ortalığı sadece kandan beslenen ve kandan medet uman çevrelerin çığlıkları kaplıyor.

Memleket öyle bir hale geldi ki, birçok insan, Türk’e ve Kürt’e insan neslinin iki öznesi ve hatta aynı kültür ve medeniyetin ruh ikizleri olarak değil de keşfedilmeyi bekleyen apayrı yaratıklar olarak bakıyor... Vicdanımızın sesiyle ayağa kalkıp, durun kalabalıklar!" çığlığı atacak oluyoruz ki, PKK'nın bir yeri bastığı haberi geliyor ve sözcükler boğazımızda kalıyor. Askerin kendisinin dahi çökerek nöbet tuttuğu bir mevzide başbakanın niye ayakta durmadığı sorusu ile meşgul edilen bir ülkede, bu bataklıktan nasıl kurtulacağız bazen ben de bilmiyorum…