Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırının sayıldığı;
insanların kalpten kalbe konuştukları, sesin ve sözün yumuşak
söylendiği, henüz
vefanın, diğerkâmlığın, nezaketin, tevazuun, zarafetin
evlerimizden, mahallelerimizden, hayatımızdan küsüp gitmediği
vakitlerde, her şeyin bir edebi vardı…
Herkes hayatta edebi kadar vardı. Başta taç olan
edep; evde, mahallede, sokakta, çarşıda, dost sohbetlerinde,
gönüllerde de taç idi…
Gizlide de açıkta da edep vardı…
Edep; akılla bilginin, irfanla bilgeliğin ilmek ilmek
dokuduğu bir “insan-ı kamil” olma amacıydı…
Edep, insan olmakla olmamak arasındaki en asil fark
bilinir, edebini takınmak, en değerli, en parıltılı giysi olarak
görülürdü…
Küçüklerin hala küçük olduğu, büyüklerin şefkatle,
merhametle, affetmekle büyüklüklerinin her daim farkında olduğu
günlerdi.
İnsanlar edepleri kadar değer görür, bilgi edep için
öğrenilirdi.
Edebi olmayan, edeple edebe davet edilirdi…
Edeple oturulur, edeple konuşulur, edeple susulur,
edeple yürünür, edeple bakılır, edeple sevilirdi…
Edebi olmayan sevgi; bu sokaklara, parklara
bahçelere, evlere uğramazdı…
***
Ne ki zaman geçti.
Köprünün altından çok sular aktı.
Sevme kültürümüzü ve sevgi adabımızı kaybettik.
Tuhaf tuhaf sevgiler ürettik.
Kedimizi, köpeğimizi, çocuğumuzu, babamızı, annemizi
aşkım diye sever olduk.
Gerçek sevgiyi, sevgi yapan erdemli değerlerden
uzaklaştırdık..
Sahte, yoz, aldatıcı, ayartıcı sevgiler ürettik,
televizyonların çok reytingli dizilerinden.
Sevgiyi, edepten kopardık.
Fedakârlıktan kopardık.
Sadakatten ayırdık.
Vefa, terk edeli uzun zaman oldu sevgilerimizi…
Merhametsiz, şefkatsiz sevgiler gördük.
Sorumluluktan kaçan sevgiler türettik.
***
Sevgiyi, salt görselleştirip, eşe dosta, “gösteriş”
malzemesi olarak sunar olduk.
Oysa sevgi, törenselleşti mi, gösterişe dönüştü mü;
özünden kopar, çürür, sahteleşmeye başlar.
Egoları tatmin için, kalbe ulaşmayan sevgiler
ürettik.
Marketten alış veriş yapar gibi, “çıkarlar” üzerine
kurduk onu.
Güvenmeden sevdik, güvensiz sevdik.
Ölçmeden, biçmeden, tartmadan sever olduk.
Ansızın seven, ansızın terk eden şıpsevdilere
döndük.
Niçin sevdiğini bilmeden sevdik.
Kimi ve neyi sevdiğimizi bilmeden bağlandık...
Gönlümüzün çöp tenekesinde, çürümüş, kokuşmuş sevgi
artıkları biriktirdik.
***
Kutsalı olmayan sevgilerle; bilmediğimiz,
bilemeyeceğimiz yaman yerlere savrulduk…
Ruha erişmeyen, bedende tükenen sevgilerde ömrümüzü
tükettik.
Egomuzun kirli tutkularını, arzularını sevgi
zannederek, sevdik.
Eğlenmek için, eğlencelik için…
Sakız çiğner gibi, bir restoranda fast food yiyecek
yer gibi...
Tüketmek için, tükenerek ve tüketilerek…
Ucuz sevgilerimizi; pahalı, gösterişli, janjanlı
hediyelerle; ayartıcı, sahte, şeytani sözlerle süsledik.
Sevgi kazalarında; umutları, hayalleri, gelecekleri
yok edilen, ölümün eşiğine gelen gözü yaşlı kurbanlar verdik.
***
İlmin kapısı Hz. Ali, "Muhabbeti, hürmet ile
pekiştir" der.
Saygısız, sevgi korumasız sevgidir.
Saygı, sevginin direğidir.
Sadakat, nefesi.
Vefa, kalbi.
Özveri, canı.
Edep, ruhudur.
Hikmet yolunun ulularından Abdülaziz Bekine;
“Sevginin bir tek terazisi vardır. O da fedakârlıktır.” diye
öğütler.
Sonuç olarak söylenecek söz; hakiki bir sevgi
istyorsan;
“Önce hak et!”
Çünkü hak edilmemiş her şey, sahibine ziyandır.