Atatürk’ün yatı Savarona, neredeyse Cumhuriyet’le yaşıt. Almanya’da, Osmanlı’yı Birinci Dünya Savaşı’na sokan Yavuz zırhlısı ile aynı tersanede üretilmiş. Yavuz jilet oldu, fuhuşla kirlenen Savarona’nın ise geç de olsa müze yapılması gündemde... Geçtiğimiz yüzyılın ilk yarısında Almanya'nın Hamburg kentinde mühendislik harikası iki haşmetli gemi 20 yıl arayla suya indirildi. Aynı tersanede üretilmiş, muhtemelen aynı tezgâhlarda yontulmuşlardı. Yaratılış amaçları birbirlerinden çok farklıydı ama gene de kader onların hikâyesini neredeyse akıl almaz tesadüflerle birleştirdi. Her ikisi de aynı ülkenin, Türkiye'nin malı oldu. Gemilerden yaşlı olanı, 1911 doğumlu Goeben, bundan yaklaşık 40 yıl önce Türkiye'de parçalandı. Parçaları, şimdi muhtemelen sinekkaydı tıraş yapan erkekler ve hatta belki de kendilerini jiletleyen arabeskçiler tarafından kullanılıyor. Bir lüks yat olan ikinci gemi -Savarona- ise 79. yaşını doldurduğu 2010 yılında Türkiye karasuları içinde 'yüzer umumhane' olarak kullanıldığı için jandarma tarafından basıldı. Her ikisi de yaratıcılarının hayal bile edemeyeceği şeyler yaşadı ve sonunda alaturka bir kara mizah öyküsünün ibretlik karakterleri oldu. Yukarıda sekiz cümlelik sinopsisini okuduğunuz hikâyenin karakterlerini tanıyorsunuz. Goeben, 29 Ekim 1914'te, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan tam dokuz yıl önce Sivastopol'u bombalayarak Osmanlı İmparatorluğu'nun Birinci Dünya Savaşı'na girmesine neden olan 'Yavuz' zırhlısının orijinal adı. Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk'ün hayatının son demlerinde kısa bir süre kullandığı Savarona yatının başına gelen 'manevi felaket' ise hayatın akışı içinde olağan rol almasına izin verilmiş her eşyanın ve herkesin yaşayabileceği türden bir felaket. Bir şeyi korumak istiyorsan onu müzeye koyacaksın, yani hayattan uzak tutacaksın. SABAH yazarı Engin Ardıç'ın deyişiyle 'Savarona fetişizmi'ne rağmen Türkiye, kurtarıcısının son gemisini bir türlü müze yapamadı. Savarona hayattan uzak tutulamadı ve eşyanın tabiatı gereği kirlendi. BEYAZ PAZENLER KİRLENİNCE... Savarona denize indikten sonra bir süre Atlantik'te, Akdeniz'de ve Kuzey Afrika sularında dolaşır. Yatın sahibesi Emily Roebling Cadwallader, çok sevdiği Savarona'yı gümrük vergilerinin yüksekliğinden ötürü ABD'ye götüremez. Yatın satılması fikri de bu vergi meselesi yüzünden ortaya çıkar. Atatürk o sıralar cumhurbaşkanlığı yatı olarak Ertuğrul adlı yatı kullanmaktadır. İran Şahı Rıza Pehlevi, İngiliz Kralı VIII. Edward ve Ürdün Kralı Abdullah bu yatta ağırlanmıştır. 1938 yılında Kral VIII. Edward'ın beyaz pazenleri bacadan dökülen kurumlar yüzünden kirlenince Atatürk, Ertuğrul'u hurdaya göndertir ve yeni bir yat bulunması emrini verir. Celal Bayar, Savarona adlı bir yatın satışa sunulduğunu öğrenince Cadwallader ile görüşmelere başlanır. Cadwallader, Atatürk'ü takdir eden biri olduğu için yatı uygun bir fiyata (fiyat nedense açıklanmıyor) Türk hükümetine satar. Ancak Hitler Almanyası, yatın satılmaması için Savarona'ya haciz koyar. Dönemin ABD Başkanı Roosevelt ise Almanya'yı yat üzerindeki haczin kaldırılması konusunda ikna eder. Atatürk, 1938 yılının haziran ayının ilk günü Florya önlerinde demirleyen Savarona'ya çıkar. Önceden planlarını gördüğü yatı çok beğenir. Ancak çok hastadır. Yatta fazla zaman geçiremeyeceğini hissettiğinden, "Bir çocuk oyuncağını bekler gibi bu yatı beklemiştim. Mezarım mı olacak bu tekne benim," der. Atatürk'ün Savarona'daki günleri genelde yatakta geçer. Altı hafta boyunca Romanya Kralı Carol başta olmak üzere önemli yabancı konuklar ve devlet büyükleri ağırlanır. Savarona, Atatürk'ün ölümünden sonra bir süre cumhurbaşkanlığı yatı olarak korunur. Ancak sonra Kanlıca Koyu'nda kaderine terk edilir. Bunun üzerine donanma devreye girer ve yatı alır. Barış ve diplomasi görüşmelerine evsahipliği yapan Savarona, doğasına pek uymayacak zorlama bir kararla savaş eğitim gemisine dönüştürülmeye çalışılır. İmalatçılarının, ilk sahibinin ve belki de Atatürk'ün onaylamayacağı bir kararla yatın baş ve kıç kısmına iki adet top yerleştirilir. Yıllar sonra savaş gemisi Goeben'i jilet yapacak olan Türk aklı, bir lüks yatı göstermelik de olsa savaş eğitim gemisine dönüştürmekte beis görmemiştir. Ancak Savarona'nın başına bu tuhaf cerrahi müdahaleden daha kötü şeyler de gelecektir. Yat, 3 Ekim 1979 sabahı Heybeliada açıklarında çıkan bir yangın sonucu feci hasar görür. Yangında Atatürk'ün kullanmış olduğu özel eşyalar da yanar. Gemi, Gölcük Tersanesi'nde onarılır ve ısrarla gene eğitim gemisi olarak kullanılır. Bir dönem geminin komutanlığını yapan emekli Koramiral Atilla Kıyat, 12 Eylül darbesini ülkücü bir general yaparsa Savarona ile İtalya'ya iltica etmeyi bile planlar. SADIKOĞLU KAHRAMANDI, ŞİMDİ SUÇLANIYOR Sonra donanma da Savarona'dan bıkar. Gemi hurdaya çıkarılacakken 1989 yılında Savarona'nın imdadına armatör Kahraman Sadıkoğlu yetişir. Gemi 'yap-işlet-devret' modeliyle 49 yıllığına Sadıkoğlu'na kiralanır ve 25 milyon dolara restore edilir. Restorasyon üç yıl sürer, 425 işçi iddialara göre gemide sürüyle fare bulup atar ve gemi bugünkü görünümüne kavuşur. Vatanın kurtarıcısının yatının kurtarıcısı, 'kahramanı' Sadıkoğlu olmuştur. İlk sahibinin mirasyedi bir lüks düşkünü olduğu ve yapılış tarzı hesaba katılırsa Savarona'nın, ultra lüks fantezilere ev sahipliği yaparak yaratılış amacına hizmet ettiği bile ileri sürülebilir. Savarona'nın yapıldığı günkü sınıfsal konumunu muhafaza ettiği doğrudur. Ancak geminin, o sınıfsal konumun gerektirdiği burjuva ahlâkının geçerli olduğu bir limanda demirlemediği de görülmelidir. Bir sefahat gemisi, eğer yeniden yaşama dâhil edilmek isteniyorsa Çinlilerin devasa uçak gemisi Varyag gibi yüzer kumarhane yapılmak istenebilir. Hatta entelektüel merakları da olan 'ayinsever' bir zengin, böylesi bir gemiyi masonik, kapalı devre bir çılgın partiye evsahipliği yapması için hazırlayabilir. Ya da Freud'un uçma ile cinsellik arasında kurduğu ilintiyle paralel olarak böyle partiler için özel uçaklarını kullananlar dahi olabilir. Bütün bunlar; hayatın, karmaşık, adaletsiz ve kötü doğasının kafa karıştırıcı karşıtlıklar içeren cilveleridir. Ancak Kadıköy-Tuzla hattında bir otobüsü fuhuş için kullanmak suretiyle 'mobil genelevciliği' başlatan Türk aklının, Savarona'yı da fuhuş yuvasına çevirmesi Fatmagül'ün suçu ne? dizisinden mülhem "Savarona'nın suçu ne?" sorusunun dillere dolanmasına neden olacak kadar kamuoyu vicdanını rahatsız eden bir durum yarattı. Olay, yalnızca geleneksel ahlâkın değil, burjuva ahlâkının kendi karasularının sınırlarını zorladığı için zenginler açısından da esef verici. Savarona skandalı, bu yönüyle İsrail'in Mavi Marmara'ya müdahalesini andırıyor. Eğer bir iradesi olsaydı Yavuz zırhlısının, arabeskçilere jilet olmayı, Savarona'nın karşılaştığı sonla karşılaşmaya yeğlediği ileri sürülebilir. Bu bakımdan yaratılış amaçları çok farklı olsa da kaderleri zaman zaman kesişen iki gemiden Yavuz'un daha şanslı olduğunu söylemek mümkün. Siz hangisini tercih ederdiniz: Geminin metaforik olarak sık sık vatanla özdeşleştirildiği bir memlekette ölmeyi mi yoksa kıskançlıkla karışık bir infial yaratan fuhuş skandalı ile anılmayı mı? Cevabınız ne olursa olsun Savarona'nın başına gelenlerden zengin âlemcileri değil, onu, hayatın saldırılarına karşı korumayan devleti sorumlu tutuyor olmanız muhtemel. Zengin âlemcilerin yaptığı, Nietzsche'nin deyişiyle 'insanca, pek insanca' bir zaafın ekstrem bir tezahürü. Savarona'nın bir mekân olarak başına gelenler ise Hasan Ali Toptaş'ın Bin Hüzünlü Haz romanında gördüğümüz umumhaneye çevrilmiş kutsal mekânların başına gelenlerden pek de farklı değil. Dönüp dolaşıp aynı yere varıyoruz. İlke basit: Hayat kirletir, hayatın içindeki her şey kirlenir. Savarona da müze yapılmadığı, hayatın orta yerinde bırakıldığı için korunamadı. Bu aşamadan sonra "Savarona nasıl kurtulur?" sorusunu sormanın ne kadar yararı var bilinmez ama fuhuş skandalının "Her şerde bir hayır vardır," prensibince bir hayra, geminin nihayet müzeye dönüştürülmesine vesile olacağını düşünüp teselli bulmakta yarar var. Bu geç ama mutlu son, Savarona'nın yazgısının seyir defterine soluk, utangaç harflerle yazılacak. Bir sefahat yatı olarak tasarlandı Savarona'nın ilk sahibi -Amerikalı Emily Roebling Cadwallader- yatın başına gelenleri görseydi ne hisseder, ne düşünürdü bilinmez. Savarona, bir sefahat nesnesi olarak tasarlanmış olsa da Golden Gate ve Brooklyn köprülerini yaparak servet sahibi olmuş olan Alman asıllı mühendis John Roebling'in torunu, Richard M. Cadwallader'in dul eşi olan Emily Roebling Cadwallader'ın yatta yapılan seks âlemini seçkinci, ritüelist bir yaklaşımla küçümseyeceği tahmin edilebilir. Bayan Cadwallader, yattaki eğlencenin, Stanley Kubrick şaheseri Eyes Wide Shut'taki (Gözleri Tamamen Kapalı) Venedik maskeli meşhur seks partisi gibi bir şey olduğunu düşünseydi Savarona, bir 'mobil Mentmore Towers' olarak aristokratik mertebesine erişecekti. Ne var ki, yatta böyle bir partinin yapıldığını düşünmek fazla 'sanatsal' olur. Gene de Savarona'daki rezaletin mimarı eski Sovyet bürokratı Türk vatandaşı Kazak işadamı Tevfik Arif'in 1930'lu yılların en lüks yatı olan ve o yıllarda içi antika meraklısı sahibinin isteği doğrultusunda dünyanın çeşitli bölgelerinden getirilmiş eşyalarla donatılan böyle bir mekânı seçmesinde kaba bir sanatsallık anlayışının etkileri aranmalı. Elbette Tevfik Arif ve kafadarlarının, Savarona fantezisini, yatın Atatürk'ten önceki tarihini göz önüne alarak değil, Atatürk'ün kullandığı bir yat olduğu için gerçekleştirdikleri ihtimali daha akla yakın. Savarona yatı, Mustafa Kemal'in ölümünden yedi yıl önce tıpkı Goeben gibi Almanya'nın Hamburg şehrinde denize indirilmişti. Üretim maliyeti bir iddiaya göre dört, bir diğer iddiaya göre ise 10 milyon dolardı. Yat, adını Hindistan'da yaşayan nadide bir kuğudan alıyordu. 136 metre uzunluğundaki yatla ilgili bir şehir efsanesine göre Cadwallader, aşk yaşadığı kaptanla rahat buluşabilmek için salon ile kaptan köşkü arasında özel bir hol yaptırmıştı. Savarona yatı 1989 yılında restore edildikten sonra uluslararası sularda pek çok sefer yaptı. Kaynak: FERHAT ÜNLÜ / PAZAR SABAH