Pardon, Meclis iradesi mi dediniz?

Anayasa Değişikliği referandumu öncesinde muhalif kesimin Meclis'le ilgili iki iddiası var.

Süleyman ÖZIŞIK suleyman@internethaber.com

Anayasa Değişikliği referandumu öncesinde muhalif kesimin Meclis'le ilgili iki iddiası var.

Birinci iddia;  Meclis'in yasama yetkilerinin tek adama, yani Cumhurbaşkanı Erdoğan'a devredildiği...

İkinci iddia ise yasama ile yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırıldığı yönünde... Bu iddialar doğru mu gelin hep beraber bakalım...

Meclis'in bugün iki yetkisi var.

Bunlardan biri denetim, diğeri ise kanun teklif etme yetkisi...

Önce denetim kısmına bakalım.

Milletvekilleri denetim görevini, yani hükümeti siyaseten denetleme görevini "gensoru" vererek yerine getiriyor.

Türkiye Büyük Millet Meclis'i kurulduğu 1920 tarihinden bu yana toplamda kaç gensoru verilmiş dersiniz?

Sadece 206!

Peki verilen bu gensorular sonucunda kaç bakan görevlerinden alınmış ve Yüce Divan'a gönderilmiş?

Yalnızca iki kişi...

Yani anlayacağınız hükümetlerin denetlenmesi anlamında yetersiz bir yöntem olarak kalmış gensoru önergeleri...

İkincisi ise kanun teklifi verme yetkisi...

Milletvekillerinin Meclis'e önerdiği kanunlara, kanun teklifi deniliyor. 

Meclis kurulduğundan bu yana milletvekillerinin Meclis'e sunduğu kanun tekliflerinin yüzdelik oranı ne kadar biliyor musunuz?

Şaşıracaksınız ama yüzde 1 bile değil!

Bugüne kadar Meclis'ten geçen kanunların yüzde 99. 9'u Bakanlar Kurulu'ndan gelen tasarıyla olmuş.

Vekillerden gelen kanun teklifleri nasıl olmuş dersiniz?

Anlatayım!

Hükümet, Meclis'e kanun teklifi olarak gelmesini uygun görmediği bir taslağı milletvekiline havale etmiş. Vekil de o taslağı Meclis'e sunmuş ve bakanlar kurulundan destek görmüş. Bir başka deyişle yürütme, yasamanın üzerinde tahakküm kurmuş ve istediği kanun teklifini istediği şekilde milletvekili eliyle çıkarttırmış.

Demek ki neymiş?

Meclis çatısı altında bugüne kadar "Yasama-Yürütme" adı altında bir "kuvvetler ayrılığı" yokmuş!

Şimdi gelelim bugünkü sisteme?

Yeni sistem gereği milletvekilleri bundan sonra Meclis'e gensoru önergesi veremeyecek.Bunun yerine denetleme ve kanun çıkarma ve kanun veto etme yetkileri, gelecek. 

Yeni sistemde gerek Cumhurbaşkanı gerekse bakanlar Meclisin denetleme yetkisi gereği hesap vermek zorunda kalacak. Milletvekilleri herhangi bir bakanı Meclis'te hesaba çekebilecek.

Ve ayrıca aynı Meclis Cumhurbaşkanı'nın çıkarmaya çalıştığı kanunlarda yetki aşımı görürse veto hakkını kullanabilecek.

Aslında Meclis iradesinin olup olmadığını öğrenebilmemiz için biraz geçmiş yıllara gidip bugünkü sistemle kıyaslama yapmamız daha iyi olacak.

Bir iki örnek verip yorumu size bırakacağım.

1998 yılının Nisan ayı...

Vesayet odakları, Çiller'in başında olduğu Doğruyol Partisi'nin parçalanması için hareke geçti.

Doğruyol Partisi'nden bazı milletvekilleri, tehdit, şantaj ve rüşvet yöntemiyle kurulan Demokrat Parti'ye transfer edildi..

Bu duruma itiraz eden bir isim çıktı.


O isim, dönemin Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Bahattin Şeker'di. Aracılar Bahattin Şeker'i bir türlü ikna edemeyince Genelkurmay Başkanlığı devreye girdi.

Gençliğinde aşırı kilolarından dolayı vatani görevini yerine getiremeyen Bahattin Şeker'in belgeleri bir günde hazırlandı ve Cumhuriyet tarihinde ilk kez bir bakan makamından alınıp Ağrı'nın Patnos ilçesine er olarak gönderildi!

Bir başka örnek...

Tarih 24 Aralık 1998... Dönemin Cumhurbaşkanı Demirel, kurulacak koalisyon için görevi Çiller'e vermesi gerekirken inanılmaz bir işe imza attı. 

Bağımsız milletvekili olan dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanı Yalım Erez'i Çankaya Köşkü'ne çağırıp hükümeti kurması talimatı verdi. Kapı kapı dolaşan Yalım Erez bir türlü koalisyon ortağı bulamadı.

Bu belirsizlik sayesinde borsa çalkalanırken Yalım Erez'in firması Haznedar Tuğla yükselişe geçerek büyük değer kazandı! 

Hükümet bir türlü kurulamayınca demirel ister istemez görevi Çiller'e verdi. Bu görevlendirmenin ardından Anayol koalisyon hükümeti kuruldu ancak bu koalisyon sadece 3 ay sürdü!

Daha sonraki yıllarda DSP lideri Bülent Ecevit'in sadece ama sadece 70 milletvekili ile azınlık hükümeti kurduğunu ve daha sonra partisinin paramparça edildiğini de hatırlatalım.

Ve bir örnek de AK Parti döneminden...

2007 yılının Ağustos ayı...

Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanı adayı gösterildiği dönemde 367 garabeti ortaya atıldı. CHP, 367 oy alamadığı gerekçesiyle Gül'ün Cumhurbaşkanlığı'nın engellenmesi için Anayasa Mahkemesi'ne başvurdu ve bu başvuru kabul edildi. 

Aynı günün akşamı Genelkurmay Başkanlığı internet sitesine, daha sonra e-muhtıra olarak anılacak, bir basın açıklaması konuldu.

Açıklamada seçimlerde laikliğin tartışma konusu yapıldığı ve Genelkurmayın bu konuda taraf olduğu söylendi. Anayasa Mahkemesi 1 Mayıs'ta verdiği kararla, 367 iddiasını kabul ederek yapılan birinci tur oylamayı iptal etti.

Bunun üzerine 6 Mayıs'ta yapılan iki yoklamada da toplantı yeter sayısının bulunamayışı yüzünden 11. Cumhurbaşkanı seçilemedi.

Yeter sayısı neden bulunamadı dersiniz?

Çünkü Türk silahlı Kuvvetleri AK parti dışındaki diğer partilere Meclis'i terketmeleri yönünde talimat verdi. Darbe olacağı kulaktan kulağa yayılınca Erkan Mumcu ve Anavatan Partisi'ne bağlı milletvekilleri Meclis'ten kaçtı.

Kaçanlardan biri de o dönem AK Parti'nin Maliye Bakanı olan Abdullatif Şener'di. Çünkü kendisine "Abdullah Gül'ün yerine seni Cumhurbaşkanı yapacağız" sözü verilmişti.

"İradesi elinden alınıyor" denilen, "Yasama ile yürütme arasındaki kuvvetler ayrılığı ortadan kaldırılıyor" diye cilalanan Meclis'imizin hali böyleydi.

Şahsi kanaatim, yeni sistemin Meclis'e ve milletvekillerine tam anlamıyla gerçek bir irade kazandıracağı yönünde. 

Sizin yorumunuz ne olur bilemem...