“Yahu her konuda bir
şey söylüyorsun ama şu anayasa değişikliğiyle ilgili hiçbir şey
yazmıyorsun” diyenlere
verdiğim cevabı aktarıyorum: “Türk medyası ve akademisyenleri neye karşı olduklarını
bilmedikleri gibi önemsemezler de… Onlar için kime karşı
olduklarını bilmek yeterlidir…”
İŞTE TÜRK
ERKEKLERİ!.
Prof. Duygun
Yarsuvat, Ruhat Mengi'nin
programında, “Türk
erkeklerinde cinsel açlık var” dedi.
İşte o anda orada olmak ve şunları söylemek istedim…
Ne istemesi...
Yandım, tutuştum...
***
Unutmayın ki Türk
demokrasisi, cinsel açlık yaşayan erkek ve
“zina olmasın”
düşüncesiyle nikâh kıydığı kadın
çoğunluğun oylarına dayanıyor…
Ve haliyle o demokrasi bugünkü bulunduğu noktadan yukarı doğru
tırmanamıyor…
Aklı belden aşağıda olan bir erkek milletin demokrasisi işte bu
kadar oluyor…
***
O “erkek
millet” ki; yatağında para
vermeden her zaman hazır ve nazır olsun diye nikâhladığı kadına
hayatının tek bir gününde çiçek vermeyi akıl
etmez…
Bir kere bile “seni
seviyorum” demez…
Hafif bir makyaj yaptığında “ulan orospu musun sen?” diye yumruğu indirir…
Ayda 150 lira sigaraya verir de ayda 15 liraya kıyıp
karısına “bununla kendine
çorap al” diyemez…
Elin fahişesine yüzlerce Doları bayılır da, süslendiğinde, (evde)
biraz da dekolte giydiğinde o orospudan daha güzel görünecek
karısına ayda 100 lira makyaj parasını çok görür…
Sorarsanız “en büyük erkek
bizim erkek”tir…
Tıpkı, katiliyle, çetesiyle gurur duyduğu gibi işte o barbar
erkekliği ile de gurur duyar…
Unutmayın…
Siirt’te küçük kız
çocuğuna 15 kişi aynı anda tecavüz eden erkek de yine bizim
erkeğimizdir.
ATATÜRK’TEN
UTANIRLAR MI?
Son yirmi yılda çok
sayıda siyasi parti genel başkanını çok yakından tanıdım.
Kimisi ile ortak çalışmalarımız bile oldu.
Bazısı ile, mesleğimin dışında sözde
“dost”
idik de…
Ama…
Rahmetli Muhsin (Yazıcıoğlu)
hariç samimi dost olanını görmedim.
Onların gülüşleri bile ısmarlamaydı ve dudaklara kondurulmuş bir
vitrin süsü gibiydi.
Bu girişten sonra bir de hatırlatma yapayım.
Az sonra anlatacağım anekdot, birilerine mesaj gönderme kastı
taşımıyor.
Amacım, kendilerini “lider” zanneden
kimilerine gerçek bir liderlik öyküsü
anlatmak…
***
Ahmet
Rasim’i gençler belki
tanımazlar ama “Bu akşam
gün batarken gel, sakın geç kalma erken gel”
diye başlayıp,
” tahammül kalmadı artık, sakın geç kalma
erken gel” diye biten
kısacık ama unutulmaz eseri bir radyoda veya evdeki büyüklerinden
mutlaka dinlemişlerdir.
Ahmet
Rasim, işte o eserin
sözlerinin sahibi olan usta bir yazardır (Uşşak eserin bestecisi
tatyos Efendi'dir).
Şimdi öykümüze geçebilirim.
***
Ahmet
Rasim, bir
gün Ankara, Anafartalar
caddesinde yürürken, Atatürk’ün yakın
arkadaşlarından biri olan İsmail Müştak (Mayakon)'a rastlar.
İsmail Müştak samimi bir ilgi ile Ahmet Rasim’e yaklaşıp ellerini
uzatır:
"Aman efendim aman, kimleri görüyorum… Hoş gelmişsiniz? Ankara’mızı
şereflendirmişsiniz. Hangi rüzgâr attı sizi buraya böyle?.. Bir
emriniz varsa lütfen emredin efendim?.”
Ahmet Rasim dudaklarında zeki bir gülümsemeyle şöyle der:
"Fırıncılar ekmekleri artık dört köşe değil yuvarlak yapıyorlar da
ondan mirim…”
İsmail Müştak, Ahmet Rasim’in bu söylediklerinden bir mana
çıkaramaz. Merakla üstadın gözlerinin içine bakar. Ahmet Rasim Bey
devam eder:
“Bir ekmek
alayım, dedim fırından, elimden düşüp
yuvarlanmaya başladı. Bu tekerleğin arkasından ben de Ankara'ya
kadar koştum. Şaşkın şaşkın onu arıyorum şimdi."
***
İsmail Müştak o gün
yaşadığı bu olayı aynı gece Çankaya'da Atatürk'e
anlatır…
Atatürk birden öfkelenir ve azarlayan bir ses tonuyla
sorar:
"Siz ne
dediniz?"
İsmail Müştak sessiz kalır…
Atatürk sesini yumuşatır:
“Yahu çocuk… Ahmet Rasim Bey elli sene Türk kültürüne hizmet
etmiş değerli bir zattır ve belli ki fakir düşmüştür. Onuru, sana
ekmeğe bile muhtaç hale geldiğini söylemesine müsaade etmemiş ama
bunu sen anlamalıydın.”
Sonra da Ankara emniyetinin üstat Ahmet Rasim’i mutlaka arayıp
bulunmasını ve Köşk’e getirmesini emreder.
Ankara’daki oteller aranır ve üstat
bulunur.
Atatürk’ün
gönderdiği bir araba ile köşke getirilir.
Atatürk, Ahmet Rasim Bey'i ayakta karşılar, masada yanına buyur
eder.
Bir süre sonra üstada dönüp sorar:
“Boş bulunan İstanbul Milletvekilliğini
lütfen kabul eder misiniz?.."
Ayağa kalkan Ahmet Rasim, Atatürk'ün elini öper ve şöyle
der:
"Şimdi anladım,
ekmek gerçekten aslanın ağzında imiş…"
***
Bu anekdotu okuduktan
sonra, “demek ki
milletvekilliği Atatürk’ün iki dudağı arasındaymış”
diyenleriniz olabilir.
Peki bugün
farklı olan ne?..
Bugün de milletvekillikleri genel başkanların iki dudağı arasında
değil mi?
Ama unutmayın…
Atatürk bir Kurtuluş Savaşının lideriydi…
Bugünküler ise pabucumun genel başkanları…
Kimileriniz ise Atatürk’ün kültür insanlarına ne kadar değer
verdiğine dikkat etmiş, bugünkü genel başkanlarla
kıyaslamışsınızdır…
Haklısınız çünkü günümüz lidercikleri ancak, kendi
düşüncelerine “haklısınız
efendim” diye baş sallayan
cinsten kültür(!) insanlarını severler…
GÜNÜN LAF
SALATASI
Ruhat
Mengi, kendi programında
şöyle dedi:
“Başkanlık
sistemi kabul edilirse parlamentoda Erdoğan’ın arkasında büyük bir
çoğunluk olacak”.
Diğerleri de demediler ki:
“Hanımefendi etmeyin, eylemeyin.
Genel seçimler 2011’de, cumhurbaşkanlığı
seçimi ise 2012’de. 2011
seçimlerini AKP’nin kazanacağından nasıl bu kadar emin
olabiliyorsunuz?. Hem halkın Erdoğan’ı başkan seçeceğinin garantisi
mi var? Sizin az önce söylediğiniz şeye halk
arasında ‘lâf
salatası’ denir…”
Oh be!..
Onların söyleyemediğini şimdi ben söyledim ve rahatladım…
NE OSMANLIYMIŞ
BE!..
Fatih
Altaylı, Osmanlı’nın
ordular geçip gitsinler diye Anadolu’ya 600 tane köprü yaptığını
söyledi…
“Vay
bee!” dedim yüksek sesle.
“Ne Osmanlı be!..
Savaşları Balkanlar’da yapıyordu ama köprüleri ise hep Anadolu’da
yapmış, ordular gelip geçsin diye…”
Karım yetişti:
“Belki de Balkanlarda savaşan orduları da,
İstanbul’un fethinde kullandıkları kızaklı gemilerle
taşımışlardır…”
Olur mu olur?..
Osmanlı bu,
neden olmasın…
TÜRK ERKEĞİ VE
KARISI
"Yeni evli
misiniz?" diye sordu
yaşlıca bir beyefendi...
"Öyle mi
görünüyoruz?" dedi orta
yaşlı adam dudaklarında şımarık bir
gülümsemeyle...
"Evet.."
"Teşekkür ederiz,
yirmi iki yıldır evliyiz…"
Yaşlıca olan adam şaşırdı:
"Şey yani, bizim ‘Türk
erkekleri bir kadına arabanın kapısını tutuyorsa ya araba yenidir,
ya da kadın yenidir’ derler de yani ondan
şeytmiştim.." dedi. Biraz nefes
aldı ve devam etti: "Arabanız yeniye hiç benzemiyor
da"...
HİÇ ARAMA
Adamın biri gazeteye
ilan vermiş:
''Eş
arıyorum''.
Ertesi gün
yüzlerce mektup gelmiş adama ve ağız birliği etmiş gibi hepsi aynı
şeyi söylüyormuş:
“Hiç arama,
benimkini vereyim.”