Yirmi günü geride bırakan olayların ‘güdümlü bir
isyan’ değil de iddia edildiği gibi ‘sivil bir
muhalefet biçimi’ olarak okunması halinde, bunun
ispatladığı en açık gerçek; iktidardan memnun olmayan kesimlerin
muhalefetten umutlarını büsbütün kesmiş olduklarıdır. İddia
edildiği gibi ülkede ciddi sorunlar var ve ana muhalefet partisi de
buradan meşru bir iktidar fırsatı yakalayamıyor ise, o zaman iki
ihtimalden söz edebiliriz: ya sözü edilen iddialar doğru değil veya
iddialar doğru ama halkın ekseriyeti ana muhalefet başta olmak
üzere diğer siyasi partilere iktidara güvendikleri kadar
güvenmiyorlar.
Bir an için kendimi iddiaların doğruluğuna inanmış
‘saf’ bir vatandaş yerine koyduğumda soracağım ilk
soru belki de şu olabilir: ‘Temel toplumsal sorunların her geçen
gün büyümesine paralel olarak CHP’nin de iktidar şansını aynı
oranda artırması gerekmez miydi?
Madem ki, ülke olarak sekiz aylık gibi kısa bir süreyi bile
beklemeye mecali kalmamış derecede kritik sorunlarla boğuşan bir
duruma düşmüşüz, o zaman ana muhalefet başta olmak üzere diğer
siyasi partiler neden bir erken seçim talebinde bulunmuyorlar?
Benzer sorularla varacağım netice halkın CHP başta olmak üzere
diğer siyasi partilerden onların da demokrasiden umutsuz
olduklarıdır. Dahası son haliyle CHP’nin demokrasiye olan inancını
da saygısını da kaybettiği kanaatindeyim. Çünkü demokrasiye nispet
edilen faziletin iktidarları halkın kanı ile değil aksine reyi ile
tesis ve teşkil etmesinden kaynaklandığına inanılır. Zira halkın
talep, tercih ve değerlerine daha fazla alan açan partiler onları
temsilen iktidara gelir, vaatlerine bağlı kaldıkları sürece
iktidarlarını korur, aksi takdirde bir sonraki seçimde yine halk
tarafından al aşağı edilir, yerine başkası gelir.
Tabii bu arada aynı yöntemle iktidar imkanı bulamayan bazı
kesimler de olabilir. Demokratik ülkelerde bu kesimlerin de çeşitli
sivil teşekküller yoluyla güçlü bir kamuoyu oluşturup yasal yol ve
yöntemlerle iktidar ve muhalefetiyle siyaseti etkileme imkanları
olur. Bunun dışındaki yol ve yöntemlere gelince bunlar da her yerde
gayri meşru olarak tanımlanır ve hukuk içinde bir karşılığı
olur.
Peki bütün bunlara rağmen CHP’nin muhalefet alanı olarak sokağı
meclise tercih etmesini nasıl açıklayabiliriz? İsmindeki
‘Cumhuriyet’ kelimesini içtüzüğündeki
‘parti dini inançlara saygılıdır’ maddesinden
dolayı kapattırdığı Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (17 Kasım
1924-5 Haziran 1925) kuruluşundan sonra alan CHP’nin doksan yıllık
serüveninin yeterli bir cevap sunacağı kanaatindeyim.
Çünkü CHP değişim aynasını kendisine tutup kendisi ile reyine
talip olduğu halk arasındaki mesafeyi halka doğru yürüyerek bir
türlü kapatmak istemiyor. Aksine halkı kendi kurgusuna çekmekte
inat ederek hem cumhura hem de iktidar imkanlarına sırt çevirme
tarzını sürdürüyor. Halk buna pirim vermeyince bu sefer de çareyi
anarşizmde arıyor. Ne var ki buradan da bir tavşan çıkaracağına
inanan kimseye rastlayamadım.
Bu yüzdendir ki, CHP ellerini suya doğru uzatıp suyun kendisine
ulaşmasını bekleyen ya da başlıkta ifade ettiğim gibi nehrin
kenarında durup ellerini tükürükle yıkayan bir adama benzetilmeyi
fazlasıyla hak ediyor.
Yoksa halkın hür iradesi ile seçilmiş hükümeti devirmekten hüküm
giymiş asker-sivil dikta muhipleri için didindiği kadar ülkenin
temel toplumsal problemlerinin çözümü için de yırtınırcasına bir
çabasına tanık olmaz mıydık?