Aylardır, Münevver
Karabulut cinayetini bir polisiye dizi gibi izliyoruz.
Konuyla ilgili haberlerin
televizyon ekranlarında, gazete sayfalarında geçmediği gün yok,
neredeyse.
Ama çoğunlukla, olayın
hep polisiye tarafını, magazin ve dedikodu tarafını konuşuyor ve
tartışıyoruz.
Gariboğlu, sabah
kahvaltısında ne yedi gibi saçmalıkları izlerken yerimde hop oturup
hop kalkıyor; gri beyin hücrelerim isyan ediyor.
Çünkü işin daha fazla bu
yönü reyting getiriyor; insanlar tarafından ilgi ile takip
ediliyor.
Oysa böylesine uzun uzun
konuşulan bir konunun; niçin sosyal ve psikolojik yönleri
konuşulmuyor; anlayamıyorum..
Niçin, böyle olaylardan
toplum olarak bir sonuç ve ders çıkarma yönünde bir çabamız yok;
mantığım almıyor.
Bir insan, nasıl
bu kadar vahşileşebiliyor?
Bu “garip” adam nerede,
nasıl yetişmiş?
Bir “garip” baba,
böylesine vahşeti işleyen bir çocuğunu, nasıl korumaya çalışıyor;
bu nasıl vicdan?
Bu olaydan aileler olarak
ne dersler çıkarmalıyız?
Çocuklarımızın
arkadaşlarını ne kadar tanıyoruz?
Ve gençler,
arkadaşlarınızı seçerken ne kadar dikkat ediyorsunuz?
Özellikle, Milli Eğitim
yetkilileri bu olay üzerinde düşünmeliler. Çünkü bu konularda en
çok sorumlu olanlar; aileler kadar onlardır.
Aileden sorumlu devlet
bakanımız, bayramlarda çocuklara balon dağıtmaktan başka ne iş
yapar?
Neden ailelere yönelik
eğitimler, filmler hazırlamaz?
Bu konuda en çok
konuşması gereken kişi olarak sayın bakanımız bir şeyler söyledi de
benim mi haberim olmadı?
Çünkü bu konuları bir
aile içi iletişim konusu olarak görmüyoruz.
Bu konuları gençlerin
arkadaş seçimi sorunu alarak gömüyoruz.
Ve çocuklarımızın
psikolojileri nasıl bu kadar vahşileşebiliyor;
düşünmüyoruz?
Okullarda bunların
üzerinde hiç durmuyoruz.
Gerçek arkadaş
kimdir?
Gençler, dost
merkezlidir.
Dostlarının,
arkadaşlarının bir dediklerini iki etmezler.
Arkadaşlarının değerleri,
onlar için önemlidir. Hatta arkadaşlarının değerleri, aile
değerlerinden bile önemli hale gelebilir.
Kendilerini
ilgilendirmeyen bir kavgada arkadaşlarının yanında olmak adına
kavgaya girerler.
Yıllardır yazılarımda,
seminerlerimde ve radyo programlarımda en çok arkadaş seçimi
konusuna, gençlerin dikkatlerini çekmeye çalıştım.
Çünkü arkadaşınız kimse;
siz de o olmaya başlarsınız.
Arkadaşınız dersleri
asıyorsa, siz de dersleri asmaya başlarsınız.
Arkadaşınız, sigara
içerse, siz de içmeye başlarsınız.
Arkadaşınız uyuşturucu
madde kullanıyorsa, siz de başlarsınız.
Kendinizdeki
değişikliklerin farkına bile varmazsınız.
Zaten, durum hep
şöyledir:
Çünkü
alışkanlıklar bulaşıcıdır.
Bir sınıfta; 40 kişi
varsa ve beş kişi sigara içiyorsa; kalan 35 kişi, beş kişiyi;
sigarayı bırakmaya ikna edemez.
Ama beş kişi, genellikle
yılsonuna kadar en az 10 kişiyi daha sigara içmeye
alıştırır.
Peki, kim gerçek
arkadaştır?
Arkadaşlığın, bir tek
ölçüsü vardır.
O da; sizin için faydalı
olan bir konuda, fedakârlık yapmasıdır.
Niçin faydalı
olan?
Çünkü arkadaşınızın size
kendi cebinden sigara alması; bir fedakârlık değildir.
Olsa olsa; kendine
birlikte sigara içeceği bir kişi daha arıyordur. Bu, onun sizin
için bir fedakârlık yaptığını değil; yalnız sigara içmekten
bıktığını gösterir.
Bu noktada; gerçek
arkadaş siz ona; “Dostum ver bir fırt da ben
çekeyim” dediğinizde;
“Olmaz ben de bu zıkkıma
bir arkadaşımdan fırt çekerek başladım sen bunu yapma. Ben
de en kısa zamanda bırakmaya çalışıyorum. Bana bu konuda yardımcı
ol” diyendir.
İşte böyle bir
arkadaşınızı sakın bırakmayın.
Sahte arkadaş, ertesi gün
sınavınız varken;” Hadi gel, halı sahada maça gidelim.”
der.
Gerçek arkadaş ise, siz
“Maça gidelim” deseniz bile, o sizin için doğru ve faydalı olan
seçeneğe çağırır.
“ Hayır, yarın sınavımız
var. Ona çalışalım.” der.
Gerçek
arkadaş, daima sizin için ve aileniz için şimdide
ve gelecekte faydalı olanı söyler.
Şimdi, kendi içinize
dönün ve kendi kendinize sorun:
1- Siz, kendiniz gerçek bir arkadaş mısınız?
2- Kimler sizin gerçek arkadaşınız?