Mısır halkının hür iradesi ile teessüs etmiş bir
iktidarı tüm dünyanın gözü önünde alçakça ayaklar altına alan
askeri darbe çerçevesinde yapılan onca yorum içinde ‘Siyasal
İslam’ın iflası iddiası’ kadar büyük bir yalan ve yanılgı olmadığı
kanaatindeyim.
Bir olay veya olguyu bu derekede ters-yüz göstermenin bundan
daha açık bir örneği olamaz diye düşünüyorum.
Öncelikle, temel kaynakları ilk günkü halleriyle elimizde
bulunan İslam’ı siyasal, kültürel, dinsel, tarihsel v.s. diye türlü
parçalara ayırmanın emperyalizme propaganda malzemesi olsun diye
‘bilgi’ üretme vazifesi üstlenmiş bulunan oryantalizme has bir
maharet olduğunu hatırlatmak isterim.
Çünkü Haçlı seferlerinden, sömürge savaşlarına, bağımsızlık
savaşlarından soğuk dönem ve sonrası çatışmalara kadar asırlar
boyunca irtikap ettiği tecrübî birikimin Batı emperyalizmine
öğrettiği en açık hakikat şudur: ‘Emellerinin önündeki en büyük
engel İslam’dır, bu engel var olduğu sürece de rahat yüzü
göremeyeceksin’.
O gün bugündür bu uyarıyı hiçbir zaman göz ardı etmeyen
emperyalizm, Ernest Renan’ın Mayıs 1883 tarihinde Sorbon
Üniversitesi’ndeki ‘İslam ve Bilim’ başlıklı konferansıyla
başlattığı ve ‘İslam’ı ilerlemenin önündeki engel’ olarak tanıtan
bir kampanya sürdürmektedir. Amacı da ilk evrede İslam’ı kendi
topraklarında sonra da tüm dünyada ‘tükenişe’ mahkûm etmekti.
Başaramayınca bu sefer daha sinsi bir çare buldu ve; ‘Din dediğin
şey sadece ölülerin dünyasıyla sınırlı bir alanda faaliyet
gösterir, dirilerin dünyasına karışmaz. Bu hali kabul ederse İslam
da diğer dinler gibi ‘saygımızı’ hak eder. Ancak, hak, hürriyet,
bağımsızlık, adalet, eşitlik, refah ve demokrasi gibi bir takım
dünyevi talep ve iddialarda bulunur ve dahası bize ait işlere
burnunu sokarsa o zaman ‘bize göre’ bir din olmaktan çıkmış olur.
Bu durumda ise ‘saygınlığını’ kaybeder, dahası ‘gazabımıza duçar
olur’ dedi.
Dini kendince bu şekilde tanımlayan oryantalizm bu iddia ve
talebinden vaz geçmeyen İslam’ı o gün bugündür ‘siyasal’ diye
nitelemek suretiyle mahkûm etme gayretindedir.
Tıpkı Ortaçağda Kilise’nin yaptığı gibi ‘hakikati tanımlamanın
yegâne otoritesi’ olarak sadece kendisini gören Batı
emperyalizminin ‘oradan’ attığı bu sinsi oltaya ne yazık ki
‘buradan’ da kimisi cehaletinden kimisi ise kasten birçok
‘Müslüman’ da takıldı kaldı. Nitekim hatırlarsanız Mısır’daki
devrimi ‘Siyasal İslam’ın iflası’ diye tanımlayan ilk kişi Esed
olmuştu. Bu bile tek başına aslında fazla söze hacet
bırakmıyordu.
Demek ki, Batı emperyalizmi kendisi için demokrasiyi hangi
ölçekte vazgeçilmez görüyorsa, başta Müslümanlar olmak üzere
ekmeğine göz diktiği ‘ötekiler’ için de diktatörlükleri aynı
derecede olmazsa olmaz kabul ediyor. Dolayısıyla Amerika, Rusya ve
diğer Batılı emperyalistlerin terbiye ve talim ettikleri, besleyip
büyüttükleri diktatörlüklerden vazgeçmelerini beklemek olsa olsa
sadece safdillik olur. Yoksa daha postallarının tozu bile alınmadan
kendilerine derin bir ‘ohhhh’ çektiren Sisi’ye Suud ve BAE’lerinden
gelen maddi yardımların ‘insanî’ bir amacı mı vardı?
Ne var ki, tarihsel ve toplumsal yasaları doğru okuyanlar
emperyalizmin ürettiği EN BÜYÜK YALAN için yatsı vaktinin çoktan
girdiğinden hiçbir kuşku duymuyorlar. Kim ne derse desin, güneş
gibi aşikâr bir hakikat varsa o da sadece yarım yüzyıl önce
gencecik bir öğretmen, Şehit Hasan el-Benna ile başlamış bir
hareketin her türlü tartışmanın ötesinde anasının sütü gibi hak
ettiği zaferidir. İktidarı bugün için ıskat edilmiş olsa bile,
İhvan bundan sonra özelde Mısır’ın genelde ise birçok Arap ve
Afrika ülkesinin doğrudan veya dolaylı en açık realitesidir. Hiçbir
ecelin korkuyla ertelenemeyeceği ise inkâr edilemez. Bunu herkesten
daha iyi idrak etmiş olacak ki, söz demokrasinin İslam dünyasıyla
ilgisine gelince emperyalizmin şakırdayan dili birden bire lâl
kesiliveriyor. Yoksa konuşabilseydi eminim ki o da herkes gibi
darbeye darbe derdi herhalde.
Kısaca, ister genel olarak İslam dünyasının son on yılındaki
siyasal gelişmeler, isterseniz Mısır’da olan-bitenler bağlamında
ele alın, ortada bir hezimetten söz edilecekse o hezimet
emperyalizme ve yerli uşaklarına; bir zaferden söz edilecek ise o
da anladıkları dilden söylemek gerekirse ‘Siyasal İslam’a aittir.
Bu, gün gibi aşikâr bir hakikattir. Bu hakikati şöyle veya böyle
çarpıtabilirsiniz ama onu inkâr etmek, gizlemek, dahası
görmezlikten gelmek asla mümkün değildir.