Modern İnsanın Kaybettiği Duygu
Her gün televizyon ekranlarında ve gazete
sayfalarında yüzlerce şiddet, cinayet, katliam haberleri
görüyoruz.
Bu haberler, artık bir ölüm haberi olmaktan
çıkıp, neredeyse sanki bir “magazin” haberi
seviyesinde algılanmaya başlandı.
Ölümleri hep birlikte kanıksar
olduk.
Irak’ın başkenti Bağdat’ta teröristler bir çarşıya
bomba attılar ve 50 kişi hayatını kaybetti.
Spiker, hayatını kaybetti cümlesini biraz “üzüntülü”
söyler.
Filistin’de İsrail askerlerinin açtığı ateş sonucu 10
yaşında bir çocuk hayatını kaybetti.
Kayseri’de bayramda kaybolan üç çocuğu kaçıran kişi,
çocukları öldürdüğünü itiraf etti…
Okul çıkışı, öğrenciler öğretmenlerine saldırarak,
bıçakla yaraladı.
15 yaşındaki A. Z. 10 yaşındaki T. D’yı bıçaklayarak
öldürdü.
Evet, iç karartıcı.
Ama bu kişiler sanal dünyanın kahramanları değil,
gerçek ve aramızda dolaşıyor.
Bu insanların kalplerindeki bu
vahşet nereden meydana geliyor?
Bu insanları, vahşi hayvanlardan daha
acımasız ve duygusuz hale ne getiriyor?
Modern insanın en büyük hastalığı
merhametsizliktir.
Bu, tedavisi bulunamamış bütün hastalıklardan daha
tehlikeli bir hastalıktır.
Diyanet İşleri Başkanlığı, bu yıl Kutlu Doğum Haftası
etkinliklerini, merhamet konusuna ayırmış ve çok
isabetli bir seçim yapmış.
Peygamberimizin her yıl bir konu çerçevesinde
incelenmesi ve anlatılması, daha kalıcı ve etkili bir anma programı
olmasını sağlıyor.
Bu yıl ki seçilen merhamet konusu, günümüz insanın
kaybettiği (hiç bir kişisel gelişim kitabında
bulamayacağı; sahi neden hiçbir kişisel gelişim kitabında merhamet
konusu yoktur?) en önemli duyguyu hatırlamasına
yardımcı olur diye düşünüyorum.
Bu nedenle (ve özellikle Diyarbakır’daki o başarılı
ve etkileyici konuşmasından) dolayı Diyanet İşleri Başkanı Sayın
Mehmet Görmez’i yürekten tebrik ediyorum.
Sayın Mehmet Görmez, İnsanlara televizyon
ekranlarından ya da kürsüden hitap eden bürokrat
bir başkan olma yerine, halkın arasına inen ve onlarla
kaynaşan, mütevazı bir Diyanet İşleri Başkanı olma
özelliği ile de farklılığını ortaya koyuyor.
Sözü fazla uzatmadan, Peygamberimizin merhametine
birkaç örnek verelim.
Merhametin kalbi
“And olsun ki, size içinizden öyle bir peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir, sizlere
karşı çok düşkündür. Bütün müminlere de çok şefkatli ve çok
merhametlidir.” (Tevbe 128)
***
“Merhametli olana Allah da merhamet eder. Siz
yeryüzündekilere şefkat ve merhamet gösterin
ki, göktekiler de size merhamet etsinler.” (Tirmizi,
Birr, 16.)
***
Peygamberimiz, saygıdeğer eşi Hz. Hatice ve amcası
Ebu Talib’in vefatından kısa bir süre sonra, manevi oğlu Zeyd ile
birlikte Mekke’den ayrılarak Taif halkına öğretisini anlatmaya
gitti.
Taifliler, İslam’ı kabul etmedikleri gibi
Peygamberimizi taşa tuttular, Zeyd, atılan taşlardan Peygamberimizi
korumak için vücudunu siper etti.
Atılan taşlardan Peygamberimizin ayakları yaralandı, kan içinde
kaldı, yürüyemeyecek duruma geldi ve yol kenarında bir üzüm bağına
sığındı.
Onun bu derece sıkıntıya düşmesi üzerine, Yüce Allah Cebrail’i
göndererek, dağlar meleğinin emrinde olduğu ve ne
dilerse onu bu meleğe emredebileceğini bildirdi.
Bunun üzerine dağlara emreden Melek Peygamberimize
seslenerek selam verdi ve:
“Sen ne dilersen emrine hazırım. Eğer şu iki dağın onların üzerine
çökerek birbirine kavuşmasını ve onların tamamıyla helak olmasını
istersen hemen yaparım.” dedi.
Peygamberimiz eğer isteseydi, kendisine acımasız bir şekilde
saldıranlar ve onu kanlar içinde bırakanlar bir anda yok
edilecekti.
Fakat O, çok üzüntülü olduğu halde
bile sevgi ve merhamet dolu kalbi onların cezalandırılmalarına razı
oldı ve Meleğe şöyle dedi:
“Hayır! Bunu kesinlikle istemem… Ben Rabbimden, onların neslinden
gelecek insanlardan, sadece Allah’a ibadet eden ve O’na hiçbir şeyi
ortak koşmayan bir nesil lütfetmesini diliyorum.” (Buhari, Bed’ül
Halk, 7)