Malezya'da acaba “türban polisleri”
var mı? Sokakta başı açık dolaşan birisi polisler tarafından
uyarılıyor mu?
Buna dair rivayetler çeşitli. Gazeteler, katar katar
Malezya seferleri düzenliyorlar, inşallah sonunda Malezya gerçeğini
öğreniriz.
Malezya'yı bir tarafa bırakalım, ama şu anda, bizim
laik -demokratik – sosyal – hukuk devleti olan memleketimizde
“türban polisleri” bilfiil çalışmaya başlamış
durumda.
Hem de medya kadrolarında görevli...
Hem de yıllardan beri...
Kaç zamandır türban polisliği yapan resmi kadroları
kastetmiyorum.
Sözünü ettiklerim, asıl işleri muhabirlik olduğu halde,
rejim duyarlılığını abartıp türban polisliğini de bu arada
götürmeye çalışan cin gazeteciler...
Onları en son nerede gördük, bakın...
Milli Eğitim Bakanlığı, Anadolu'nun değişik
vilayetlerinden bini aşkın ilk ve orta öğrenim öğrencisi için bir
Çanakkale gezisi düzenlemiş. Gezi bitmiş sonunda bakanın da
katıldığı bir uğurlama töreni yapılıyor.
İşte burada deklanşörler şakır şakır alışmaya
başlıyor.
Ardından muhabir telefon tuşlarına heyecanla
basıyor.
karşısında bağlı bulunduğu medya kuruluşunun haber
merkezi müdürü. Heyecanla anlatmaya başlıyor:
-Bulduk abi, müjde, bulduk. Yakaladık. Müthiş bir
iş.
-Neyi buldun oğlum?
-Bulduk abi, müthiş bir şey bulduk.
-Oğlum, söylesene neyi buldun?
-Abi, türbanlı resimler. Hem de bakanın yanında. Hem de
Milli Eğitim Bakanının. Üstelik lise veya ilk öğretim öğrencisi...
Türban aşağıya iniyor abi. Rektörlerimiz, “Bu iş
üniversitelerde kalmaz, liselere iner” dememişler miydi
abi? İnmiş abi. İşte liseli, hatta ilk öğretim öğrencisi
türbanlılar abi.
Bir solukta bin jurnal.
Heyecan zirvede.
Haber merkezi müdürü, muhabirinden aldığı heyecanı,
yazı işleri müdürüne, o, genel yayın müdürüne
pompalıyor.
Ertesi gün, gazetenin birinci sayfasında boy boy
fotoğraflar.
-İşte cinayet fotoğrafı...
Milli Eğitim Bakanı ve üç başörtülü kız.
Bunlar henüz lise – ilk öğretim öğrencisi.
Onları teşhir etmekte bir sakınca yok!
Medya ahlakı bun noktada sıfır.
Acaba bu kız çocukları kaç kişinin canına kıydılar da
böyle teşhir ediliyorlar.
Acaba onların varlığına tahammül eden Milli Eğitim
bakanı nasıl bir cinayete ortak oldu?
Gazetenin teşhirde sergilediği heyecana bakarsanız,
ortada müthiş bir suç var, suçlu var ve suç ortakları
var.
Suç ortağı iktidar. Suç ortağı Milli Eğitim
Bakanı...
Medya jurnalci başı...
***
Bu Türkiye fotoğrafı nasıl?
Malezya'da ne var ne yok bilmiyoruz ama, şayet orada
bir “din polisi” varsa, bu da negatif bir Malezya fotoğrafı değil
mi?
YÖK'ün laik rejim polisliğini biliyoruz.
Başka rejim polisliklerinin kişileri özel hayatlarında
bile nasıl bir cendereye soktuklarına da bin kere şahit
olmuşuzdur.
Cumhurbaşkanı seciyesinde yaşanan cendere ortamını
biliyoruz.
Bu verdiğim örnek, rejim polisliğinin gönüllü meslek
edinilmesi açısından önemli.
Hem de bu işe en uzak olması gereken bir meslek
açısından...
Medya, normalde halk adına kamuyu denetleyen bir
misyona sahipken, bizde medya, kamu adına halkın hayatını
denetleyen bir mekanizma gibi işliyor.
Hastanede başörtülü bir doktor gördün,
“yakaladım abi” psikolojisinde görüntüle ve
yetiştir sayfalarına...
Falanca lisede, üniversitede başörtülü bir genç kız
gördün, görüntüle ve yetiştir ekranlarına...
Ta ki, “devlet” gitsin, o kızların, o
kızları üniversiteye ya da okula alan yöneticilerin kafasını
koparsın. İbret olsun, başkaları cesaret edemesin.
Negatif din polisliğidir bunun adı... İsterseniz laik
din polisliği deyin.
Din adına baskı uygulayan bir ülkeye en az söz
söylemesi gereken insanlar bizde yaşıyor. Çünkü bizde negatif
anlamda bir baskı uygulaması devam ediyor. Üniversite kapısında
kıyafet kontrolü yapılan ve başörtülülerin kapıdan kovulduğu bir
ülkeden, Melazya'daki – şayet varsa- din polisine ne söylenebilir
ki?