Marks’ın En Büyük Tarihsel Yanılgısı Sizce Nedir?

Hikaye bu ya, kendisine: ‘Üstat, geleceğe ilişkin en büyük korkun nedir?

Orhan ATALAY orhanatalay@internethaber.com

Hikaye bu ya, kendisine: ‘Üstat, geleceğe ilişkin en büyük korkun nedir?' sorusuna Marks, ‘Das Kapital’in Rusların eline geçmesidir. Zira onlar yapıları itibariyle acelecidirler, zamanı gelmeden sosyalizmi de prematüre eder öldürürler’ diye cevap vermiş.

Gerçekten de Ruslar endüstri ve sanayi devrimlerini, kapitalizm evresini, işveren-işçi sınıflarının oluşumunu beklemeden feodal evreden sosyalizme ihtilal yoluyla doğrudan atlamışlardı. Sosyalizmin kitabını yazan Marks geleceğe ilişkin yaptığı tarihsel ve toplumsal analizlerinde mesela nihai evrede sınırların, devletin, ordunun ve mahkemelerin ortadan kalkacağı gibi iddialarında bir takım ciddi yanılgılara düşmüş olsa da bu konuda isabet ettiği açıktır. Fakat bana göre Marks’ın en büyük tarihsel yanılgısı o da değildir. Demesi gerekirdi ki: "Osmanlı İmparatorluğu yıkılacak yerine Türkiye Cumhuriyeti isminde yeni bir devlet, orada da CHP adında bir parti kurulacak. Benim en büyük korkum ise o partinin temel toplumsal vurgusu özgürlük ve eşitlik olan solu temsil iddiasında bulunacak olmasıdır.”

Kanaatim odur ki, Marks’ın en büyük tarihsel yanılgısı bunu öngörememiş olmasıdır.

Evet, onlarca yıldır acımasızca süren ve tüm insani hissiyatımızı buz kesen çetin bir zemheriden bahara umutlandığımız bugünlerde ana muhalefetin ‘iyiliğe’ karşı direncini anlamaktan gerçekten zorlanıyorum. Meclis kürsüsünde akıldan, vicdandan, sağduyudan, basiretten, bilgiden, bilgelikten, insaftan, dinden, ahlaktan, insan hakları sözleşmesinden, demokratik kültürden, özellikle de sosyalist enternasyonal bildirgesinden bu kadar nasipsiz; sadece savaşı, çatışmayı, kanı, kini, düşmanlığı ve nefreti körükleyen faşizan naralar atma konusunda CHP adeta MHP ile bir yarış içine girmiştir. Hatta atbaşı götürdükleri bu yarışta CHP’nin zaman zaman ipi göğüslediğine tanık olursunuz. Oysa kendisine görev veren seçmen kitlesinin beklentisi temel toplumsal problemlerin çözümünde sorumluluk yüklenmek değil midir? Çünkü ileri demokrasilerde muhalefetin temel görevi bu iken, ne yazık ki bizdeki töre muhalefetin asli çabası iktidar olma umudunu bağladığı sanal korkularla senaryolar icat etmektir adeta.

CHP’nin başlangıçta MHP fikriyatının kökleri üzerinden vücut bulmuş ve esasında ötekisini cehennem sayan bir ideolojik bakıştan ilham aldığını biliyoruz. O fikriyatın odağında yer alan milliyetçiliğin ise kavmiyetçilik hatta zaman zaman Afet İnan’ın kafatası ölçümlerinde olduğu gibi ırkçılık tarzında telakki edilerek tatbik edildiğine dair yüzlerce resmi vesika ile sabit sayısız örnekler de mevcuttur. Birlikte yaşama imkânını daraltan bu tarz bir milliyetçiliğin ‘ayaklar altına alınmayı hak ettiğini’ geçen hafta ana-yavru muhalefetin mecliste sergiledikleri saldırgan hallerinden bir kez daha müşahede ettik. Çünkü böyle bir milliyetçilik insanın insana eşitliğini kabul etmeyen ve esasında ibtidai bir kavmiyetçilikten farkı yoktur. Zira kavmiyetçilikte ‘benim kabilemin yalancı peygamberi öteki kabilenin hak peygamberinden yeğdir’ kuralı geçerlidir.

Oysa özellikle ülkenin içinde geçtiği son derece nazik ve kritik bir süreçte ana muhalefetten beklenen tavır sorunlu değil sorumlu davranıştır. Geçmişte Yusuf Akçura, Ziya Gökalp, Mahmut Esat Bozkurt gibi Türkçü yazarların idealize ettiği doktrinlerin tatbikatından kaynaklı sonuçları sorgulaması gereken CHP’ye bakınca insan, ‘yedisi ne ise yetmişi de odur’ atasözünün ne kadar da doğru bir tespit olduğunu söylemeden geçemiyor. Ayrıca hatırlatmak isteriz ki, bugün artık dün değildir. Dolayısıyla, artık ‘işler umur-i dairesinde icra edilemez ve bir takım kafalar da kopartılamaz’.

Bu tarihsel döngüyü veya evreyi kavrayamayan Muhalefetin görevi bir akıl tutulması içinde esip savurmayı, gürleyerek asarım-keserim laflarını bırakıp ülkeyi hakkaniyet esasına dayalı daha sağlam esaslar üzerinde yeniden kurmanın yolunu aramak olmalıdır. Milletin ve reel hayatın kendilerinden beklediği budur. Bilelim mi, bu beklentiye cevap üretemeyenleri bekleyen son hayatın, tarihin ve toplumun dışında kalmaktır. Seçim haritasına bakıldığında hangi partinin böyle bir sürece girdiğini görmek mümkündür.

CHP’nin merkezden kıyı köşe şeritlerine doğru gittikçe sıkışan hali pür melalini böyle anlıyorum. CHP’den beklenen belki de 1930’ların romantik asrı saadetinden reel dünyaya tenezzülü (!) kabul buyurmasıdır. Aksi takdirde yarın bugün için sıkıştığı kıyılardan bir adım ötede yer bile bulamayabilir. Bilmelidir ki, okuma yazma oranı hızla yükselen Anadolu insanının düne ilişkin artan merakı CHP için hayra alamet olmayacaktır.

Bu nedenle yarınlara niyetli bir CHP’nin erdem belleyerek geçmişiyle yüzleşmek, hatalarından rücu etmek gibi bir zorunluluğu ve sorumluluğu var iken, geleceğimizi karartmada ısrarını anlamak mümkün değildir. Bizim gördüğümüz ise CHP tarihsel ve toplumsal dayanaktan yoksun bir ‘ulusalcılık’ hatırına kendisini izahı imkansız bir anakronizme hapsetmiş durumdadır.

Bundan olsa gerektir ki, rahmeti gazaba, barışı savaşa, çözümü soruna tercih edip Anadolu çocuklarının kanı üzerinden kahramanlık naraları atarak savaş çığırtkanlığı yapan ve vehimlerden hareketle yaydıkları bir takım asılsız korku senaryoları ile menfur kargaşalar yaratma çabasına soyunmuş halini bile görememektedir. Bu vesile ile meclis kürsüsünde akıl ve vicdan yerine kin ve kan bürümüş duygularla nara atanlara millet adına söylemem gereken bir sözüm vardır:

“Otuz yıldır neredeyse Anadolu’da her eve bir tabut indiren bu kör kısır kavgada hanginizin kapısına tek bir tabut geldi? Değilse, bilesiniz ki bu millet yavrularının kanı üzerinde kurguladığınız o meşum tahriklerinize hiçbir zaman itibar etmeyecektir. Çünkü siz ülkenin yakaladığı bu kritik fırsatı tepmek suretiyle halkın arzuladığı çözümün değil aksine nefret ettiği sorunun bir parçası olmayı tercih ettiniz."