Eski zamanlarda, padişahın biri vezirini
yanına çağırır ve der ki:
- Bana öyle bir yüzük yaptır ki; umudum
tükendiği zaman umut versin; enerjim bittiğinde enerji versin;
üzüldüğümde mutluluk versin, neşe versin, der.
Veziri tüm ülkedeki sarraflara haber salar
ve padişahın isteğini bildirir.
Nice zaman sonra ülkenin tüm önde gelen
sarrafları padişaha yaptıkları yüzükleri sunmak için sarayda
toplanırlar.
Herkes nadide taşlardan kendi yaptığı
yüzükleri padişahın beğenine sunar.
Çok estetik ve paha biçilmez yüzükleri
padişah teker teker dener.
Ama hiçbirinde, umutsuzluğuna umut veren,
üzüntüsüne neşe veren bir duygu hissedemez. Hiçbir yüzükten yaşam
enerjisi alamaz.
Sonuçta, sarrafların yaptığı hiçbir yüzük
padişahın aradığı yüzük değildir.
Padişah vezirine tekrar istediği yüzüğü
bulması için emir verir.
Vezir yine uzun bir araştırmaya
koyulur.
Ve güngörmüş arif insanlar kendisine
ormanın derinliklerinde yaşayan bilge bir sarrafın yardım
edebileceğini söylerler.
Vezir büyük umutlarla bilge sarrafı bulur
ve padişahın isteğini anlatır.
Bilge sarraf, durumu anlar ve böyle bir
yüzük yapabileceğini söyler.
Vezir bu duruma çok sevinir.
Bilge sarraf, kısa sürede hünerli elleriyle
bir yüzük yapar ve onu çok güzel bir pakete koyarak vezire
verir.
Vezir, padişahın beğenip beğenmeyeceğini
çok merak etmektedir. Çünkü bu onun son şansıdır.
Padişaha yüzüğü verirken bildiği bütün
duaları okur.
Padişah paketi açar.
Ve karşısında çok sade işlenmiş, estetik ve
mütevazı bir yüzük bulur.
Vezir büyük bir heyecanla izlerken yüzüğün
çok basit ve sade olduğunu görünce padişahın beğenmemesinden çok
korkar.
Padişah yüzüğü takar. Dikkatlice yüzüğü
inceler.
Ve sonra şunları söyler:
- Evet. İşte bu, der.
Padişah istediği yüzüğü bulmuştur.
Yüzük sade ve basittir ama bilge adam
üzerine bir yazı yazmıştır.
Ne mi yazmıştır?
‘Arkası Yarın’ gibi olacak ama; bir sonraki
yazıma kadar siz düşünün
Umut ve çözüm vermek
Yazılarımı genellikle öğrenme, motivasyon,
konsantrasyon, sınav psikolojisi gibi eğitim konuları çerçevesinde
yazmaya çalışıyorum.
Zaman zaman yeri geldikçe de, beynimizi
doğru ve etkili kullanma teknikleri,
pozitif düşünce, problem çözme
yöntemleri, duygu yönetimi gibi kişisel gelişim konularına da
değinmeye çalışıyorum..
Bu yazımı geçtiğimiz günlerde yaşadığım çok
ilginç bir olaydan dolayı kaleme aldım.
Ofisimde bir grup öğretmen arkadaşa eğitim
verirken birden binamızın koridorunda polis telsizi sesleri duymaya
başladık.
Büyük bir merakla, koridora çıktığımda çok
sayıda polisle karşılaştım. Büyük bir telaş içerisinde
koşuşturuyorlardı.
Odam binanın en üst katında. Polisler ve
bir grup kalabalık, o kattan çatıya çıkıyorlardı.
Ne olup bittiğini sorduğumda; odamı hemen
üzerinde birinin intihar etme girişiminde bulunduğunu öğrendiğimde
gerçekten kanım dondu.
Polis arkadaşlarla ben de çatıya
çıktım.
Polis arkadaşların onca yoğun gayretleri ve
soğukkanlı davranışlarına rağmen, karşımızdaki kişi; kendisini her
türlü iletişime kapatmış görünüyordu.
Ben de onlara, farklı bir yolla iletişime
geçmelerini önerdim ve işe yaradı.
Sonuçta uzun uğraşlardan sonra adının Ersin
olduğunu öğrendiğimiz 25 yaşlarındaki genç hayata, umuda ve çözüme
bir kere daha sarıldı.
Detaylarına inmeden genel olarak aktardığım
bu olumsuz olaydan bahsetme nedenim ise, Ersin’in hasta çocuğuna
ilaç alamamaktan dolayı düştüğü durumdu.
Belki bu olayı öylesine okuyup geçebiliriz
ama; yarın başka Ersinler çıkmasın diye bazı önlemler alınması için
bu yazıyı yazmak istedim.
Çünkü, her gün gazete ve televizyonlarda
insanlara umut vermek yerine, umutlarını söndüren, çözüm sunmak
yerine sorun bataklığında boğan, insanların yaşam sevincini
çökerten ve psikolojilerini bile bile bozan yetkililere son
zamanların moda deyimiyle ‘van minüt’ demek istedim.
Oysa, bu tür kriz dönemlerinin psikolojik
yönetimi ekonomik yönetimi kadar önemlidir.
Hatta krizlerin psikolojisi kendisinden
daha büyüktür.
Bu nedenle devlet; krizin psikolojik
yönetimi için de psikiyatristlerden, psikologlardan,
iletişimcilerden oluşan uzmanlarla bu konuyu ele almalıdır.
Televizyon ve gazeteler bu konulara yer
verirken reyting canavarının sesini değil, vicdanlarının sesini
dinlemelidirler.
İnsanlara, böyle durumlarda psikolojilerini
nasıl yönetecekleri öğretilmelidir.
Herkes kendi üzerine düşeni, sorumluluk
bilinci ile yapmalıdır. Ben de konuyla ilgili elimden geldiğince
yazılar yazmaya ve seminerler vermeye devam edeceğim.
Çünkü, hiç
kimse kendi kardeşinin Ersin’in durumuna düşmesini istemez.
Başta devlet ve medya kurumlarının başında
olan yetkililer olmak üzere hepimiz: lütfen biraz empati!..